5 Eylül 2015 Cumartesi

Ermeni Tehciri Katliam Değildir;, Prof. Dr. Sadık Rıdvan KARLUK

Ermeni Tehciri Katliam Değildir
Prof. Dr. Sadık Rıdvan KARLUK
Yeni kurulan geçici hükümetin HDP’li AB Bakanı Ali Haydar Konca, Bakanlık koltuğuna oturduğu ilk gün basın mensuplarıyla bir araya gelmiş ve gazetecilerin gündeme ilişkin sorularını cevaplamıştır. Konca, “Sözde Ermeni soykırımı konusunun Avrupa Birliği’nde gündeme gelmesi karşısında alacağı tavrın ne olacağı” sorusuna “Bir katliam yapıldığı çok açık ve nettir. Bunu herkes kabul ediyor. Esas itibariyle kabul etmeyen de yok. Asıl olan onun tanımlanması noktasındadır. Onu da partimizle tartışıp konuşup ve birlikte vereceğimiz karar doğrultusunda görüşümüzü netleştireceğiz.” demiştir.
Türkiye Cumhuriyeti AB Bakanı’nın bu sözlerine Başbakan Davutoğlu bilebildiğim kadarıyla (3 Eylül Perşembe, bu güne kadar) tepki göstermemiştir.
Sayın Bakan “Bunu Herkes Kabul Ediyor” derken acaba kimi ya da kimleri kastetmektedir? Ben kabul etmiyorum. 18 Nisan 2015 tarihinde Ankara’da düzenlenen ve benim de katıldığım Emperyalizm ve Ermeni Meselesi Sempozyumu’nda bir konuşma yapan Prof. Dr. Justin Mc Carthy de katılmamaktadır.
Osmanlı, Balkanlar ve Ortadoğu uzmanı, “Müslümanlar ve Azınlıklar:, Osmanlı Anadolu’nun Nüfusu ve İmparatorluğun Sonu”, “Ölüm ve Sürgün: Osmanlı Müslümanlarının Etnik Temizliği”, “Osmanlı Halkları Nüfusu ve İmparatorluğun Sonu” gibi kitapların yazarı Amerikalı tarihçi Prof. Dr. Justin Mc Carthy 17 Nisan 2014 tarihinde AA’dan Tuğba Özgür Durmaz’a verdiği demeçte; konuyla ilk defa yıllar önce Anadolu’nun nüfusu, nüfusun Birinci Dünya Savaşı’ndan önceki durumu ve Savaş‘tan sonra ne kadar kaldığı üzerine araştırma yaparken karşılaştığını belirterek tarihi gerçeklere karşı koyamadığı için soykırım konusuna eğildiğini şöyle açıklamıştır:
“Neticede ne kadar çok Türk’ün öldüğünü anladım. Bu kadar Türk nasıl öldü çünkü savaşta değillerdi. 2,5-3 milyon Müslüman savaşta ölmüştü, ben de bu konuyu çalışmalıyım diye düşündüm. Ermeniler üzerinde çalışmamın da aslında belirgin bir nedeni yok, aslında ilk çalıştığım Müslümanlardı ama daha sonra fark ettim ki bu kadar insan öldüğüne göre onları birileri öldürmüş olmalı diye düşündüm. Böylece Ermenilerin, Yunanların ve Yahudilerin üzerine de çalışmaya başladım. Ama aslında bu konuyu ben seçmedim, konu beni seçti. Hiçbir zaman Ermeniler üzerine yazmayı planlamamıştım ama oldu.”
Mc Charthy, Ermeniler bu kadar yıl geçmesine rağmen neden hala bu iddiaları sürdürdüklerine ilişkin ise, “Bunun nedeni çok basit. Çocuklara nefret etmeyi öğretirseniz, onlar nefretle büyür ve nefret ne olursa olsun büyümeye devam eder. Diğer bir diğer sebep de yurt dışındaki Ermeni milliyetçi gruplar bundan fayda sağlayacaklarına, para alacaklarına, Kars, Erzurum, Bitlis, Van’da toprak kazanacaklarına inanıyorlar. Bunlar yanlış ama yine de inanıyorlar” değerlendirmesinde bulunmuştur.
Mc Charthy, köklerinin Alman ve İrlandalı olmasına rağmen kendisini Amerikalı olarak tanımlaması gibi, Amerika’daki bazı Ermeni gruplarının da Ermenilerin böyle düşüneceği, kimliklerinin milliyetlerinin yok olacağı endişesini taşıdıklarını söyleyerek, “Bundan dolayı Ermeniler soykırım iddiasını kendilerini bir arada tutacak bir bağ olarak görüyorlar. ‘Ne acılar çektik’ demek böyle bir bağ ve kendilerini bu acı üzerinden tanımlıyorlar. Tabii daha başka pek çok neden var. Kendi hikayelerinden, propagandalarından başka bir şey duymadılar, bu yüzden de Türklerin kötü olduğunu düşünüyorlar çünkü aslında onlara hep onların kötü olduğu söylendi” demiştir.
Prof. Dr. Mc Charthy, Avrupa başta olmak üzere dünyanın farklı coğrafyalarındaki bazı ülkelerin Ermeni iddialarını neden desteklediğine ilişkin ise “Çünkü başka hiçbir şey duymadılar” açıklamasını yapmıştır.
Müslümanlara ve Türklere yönelik çok fazla önyargı bulunduğuna işaret eden Mc Charthy şunları söylemiştir:
“Bu önyargılar yüzünden Türkler diğer insanlardan daha fazla çalışmak zorunda. Hristiyanlar, Eğer bir Hristiyan gelir ve bir şey söylerse ona inanmaya, ama eğer bir Müslüman bir şey söylerse ona inanmamaya eğilimli olurlar. Aynı şey Müslümanlar için de geçerli. Müslümanlar da Müslümanlara Hıristiyanlardan daha çok inanırlar, insan doğası böyle. Türkler bu iddiaya karşı daha çok çalışmalıydı. Son 20 yıla kadar böyle olmadı ama artık Türkler gerçek hikayeyi anlatmaya başladı. Fakat bunun çok çabuk, kolay olacağını sanıyorlar halbuki bu diğer tarafta yüz yıldır sürüyor, epey zaman alacak.”
Mc Charthy, bu eğilime rağmen dünyada herkesin bu konuda Türklerin karşısında yer almadığını da vurgulayarak, İsviçre’deki bir konferansta 1915 olaylarıyla ilgili söyledikleri yüzünden suçlu bulunan Doğu Perinçek’in, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yaptığı başvurudan lehine karar çıktığını hatırlatmış, bunun “iyi bir değişim” olduğunu açıklamış ve 2015 yılı için şu gerçeği dile getirmiştir:
“Çok fazla baskı olacak. Türkler bununla başa çıkmak için hazır olmalı. Ama öyle hissediyorum ki 100’ncü yıl dönümünden sonra işler biraz daha sakinleşecek. Ne de olsa bu sonsuza kadar devam edemez, 100 yıl uzun bir zaman ve artık kimse hayatta değil. Sadece Ermenistan’daki değil, Fransa’da, İngiltere’de Amerika’da, dünyanın her yerindeki bütün Ermenileri alıp onların olduğunu iddia ettikleri 6 vilayete koysanız bile orada hala onların iki katı Müslüman yaşıyor olacak.”
Birinci Dünya Savaşı sırasında Ermenilerin önemli bir kısmı düşman kuvvetlerinin yanında Türklere karşı savaşmıştır. Cephe gerisinde de komitacı Ermeniler kadın, çocuk, yaşlı ayrımı yapmaksızın katliamlara girişmiş, yüz binlerce Müslümanın hayatına kastederek Doğu Anadolu’yu bir harabe haline çevirmişlerdir. Devletin bunları durdurmak için aldığı önlemler istismar edilmiş ve Batılı ülkelerin vaatleriyle Ermeniler yaşadıkları ülkeyi parçalamaya çalışmışlardır.
Birinci Dünya Savaşı sonrasında mağlup Osmanlı devleti ile imzalanan Sevr (Sevres) Anlaşması ile (Md.88-93) Osmanlı Devleti Ermenistan Cumhuriyeti’ni tanıyacak, Türk-Ermeni sınırını hakem sıfatıyla ABD Başkanı belirleyecekti. Dönemin ABD Başkanı Woodrow Wilson 22 Kasım 1920’de verdiği kararla Trabzon, Erzurum, Van ve Bitlis illerini Ermenistan’a vermiştir.
Günümüzde de aynı oyun sahneye konulmaya çalışılmaktadır. Fransa’da eski Cumhurbaşkanı Sarkozy ve onun gibi düşünen, Ermeni oylarından medet uman siyasetçiler, sözde soykırım iddiasını tanımaya yönelik kararlar almakta, bunu inkar edenlere ise ceza getirmeye yönelik girişimlerde bulunmaktadır.
Nitekim Fransız Senatosu’na gelen ve kabul edilen sözde Ermeni soykırımını inkar edenlere ceza verilmesine ilişkin yasa teklifi, Türkiye ile Fransa arasındaki ilişkileri çok germiş, hatta kopma noktasına getirmiştir. Teklifi var gücüyle destekleyen Fransa eski Cumhurbaşkanı Sarkozy, sözde Ermeni soykırımını bahane ederek Türkiye’nin AB yolunu Almanya Başbakanı Merkel ile birlikte tıkayan iki siyasetçiden biridir. Aslında Fransız Senatosu’nun sözde Ermeni soykırımını inkar edenlere ceza verilmesi ile ilgili yasayı kabul etmesi bir akıl tutulmasıdır.
Hocalı’da Ermeni çeteleri tarihin en vahşi katliamlarından birini yapmış, çocuk, yaşlı, kadın, bebek demeden birçok Azeri’yi vahşice katletmiştir.
İnsanların kafa derilerini yüzmüş, sağ olarak ele geçirdiklerini işkenceye tabi tutmuş, testereler ile kol ve bacaklarını kesmiş, genç kızların kafa derilerini yüzmüş, babanın gözü önünde evladını, evladın gözü önünde babayı kurşuna dizmiş, kesik kafaları sepetlere doldurmuş, 56 hamile kadının karnını yarmışlardır. Tüm bu gerçekleri görmek istemeyip sözde Ermeni soykırımını Türkiye’ye kabul ettirmek isteyenler, Ermeni isyanlarını konu alan ve Amerikalı yönetmen Philip M. Callaghan tarafından çekilen “Ermeni İsyanı 1894-1920” belgeselini izlemelidirler. (http://www.youtube.com/watch?v=zNCnSDjHGTg)
Ermeni diasporası 1915 tehcirini, Ermeni Davasını (Hai Tahd) desteklemek amacıyla kullanarak Türk düşmanlığı ve Türkiye’nin 1915’de Ermenilere soykırım yaptığını kabul ettirmeyi kendilerine kuruluş amacı olarak belirlemiş, bu amaç doğrultusunda 24 Nisan’ı sözde Ermeni soykırımı anma haftası olarak belirlemiştir.
Başta ABD ve Fransa’daki Ermeni diasporası tarafından sahiplenilen ve Türkiye üzerinde bir baskı aracı olarak bu tezden medet umanların da benimsediği bu yaklaşım, Yahudi Holocaust’ına (soykırım) benzer bir Ermeni Holocaust’ı üretmeye çalışmakta ve 1915 olayları üzerinden Türkiye’ye dönük tanıma, tazminat ve toprak gibi uzantıları olabilecek siyasi kazanımlar elde etmeyi hedeflemektedir.
İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perincek de İsviçre’de 2005 Mart ayında katıldığı bir konferansta 1915 olaylarının soykırım olarak nitelendirilmesine karşı çıkmış, bu iddialar için “uluslararası yalan” ifadesini kullanmıştı. Yargılanan Perinçek, ırkçı ayrımcılıktan suçlu bulunmuştu. Mahkeme Perinçek’i 90 gün hapis karşılığında her gün için 100 Frank hesap edilerek 9 bin İsviçre Frangına mahkum etmiş ve cezayı 2 yıl tecil etmişti. Perinçek’e ayrıca 3 bin Frank para cezası verilmiş, ülkedeki Ermeni cemaatine sembolik olarak bin ve davayı açan Sarkis Şahinyan isimli Ermeni’ye de 10 bin Frank ödemesi istenmişti.
Mahkeme kararında; “Pek çok tarihçinin, Avrupa Parlamentosu’nun ve pek çok ülke Meclisinin Ermeni iddialarını kabul etmiş olmasını” gerekçe göstermişti. Perinçek bu karara İsviçre Federal Mahkemesine müracaat ederek itiraz etmişti. İsviçre Temyiz Mahkemesi de Perinçek’in başvurusunu, “Ermeni soykırımı, Yahudi soykırımı gibi tarihsel bir gerçektir” yorumu yaparak reddetmişti. Federal Mahkeme’nin kararı onaylamasıyla Ermeniler lehinde verilen karar kesinlik kazanmıştı. Bunun üzerine Perinçek AİHM’ne 2008 yılında başvurmuştu.
Perinçek, ”İsviçre’nin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ifade özgürlüğü ile ilgili 10. maddesini ve yasa olmadan suçlama olamayacağına dair 7. maddeyi ihlal ettiğini” savunmuştu. AİHM 7 Aralık 2013’de açıklanan kararıyla Perinçek’i mahkum eden İsviçre’nin insan haklarını ihlal ettiğine karar vermişti.
Karar, 2’ye karşı 5 oyla alınmıştı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin verdiği karar tehcir olayının 100’ncü yılında Türk tarafının elini güçlendirmişti. Ancak İsviçre kararı temyize götürmüştü. 28 Ocak 2015 tarihinde AİHM’de görülen ve 3 saat süren temyiz duruşmasının sonucunun açıklanması sonbahara bırakılmıştır. Doğu Perinçek AİHM’de yaptığı konuşmada, 1915 olaylarının bir zorla göç ettirme yani “tehcir” olduğunu ve Osmanlı Devleti’nin Ermeni yurttaşlarını koruduğunu belirterek özetle şu savunmayı yapmıştır:
“Avrupa insanının özgürlüğü için buradayız. Avrupa insanının bilinci, 1915 olayları konusunda yasaklarla kuşatılmasın. İkinci Daire, Ermeni Patriği dahil, herkesin özgürce konuşmasına güven sağlayan bir karar vermiştir. Biz, 1915 olaylarının ”soykırım” tanımına uymadığını belirttik ve bu savımızı bilimsel usavurmayla öne sürdük. Görüşlerimiz tartışılabilir, ama bizim özgürlüğümüzü korumak, Avrupa hukukunun gereğidir. Soykırım hukuki bir tanımdır. Osmanlı devleti, Ermeni yurttaşlarımıza karşı uygulamalarda, Ermeni toplumunu toptan yok etme amacıyla hareket etmemiştir. Avrupa’da ve Türkiye’de barış ve kardeşliği koruyalım. Ermeni soykırımı iddiaları tabulaştırıldı ve Avrupa’da Türkleri aşağılamanın aracı haline getirildi. Türkler ve Müslümanlar, bugün Avrupa’nın kara derilileridir.”
Bu davada Ermenistan’ı savunanlar arasında Hollywood yıldızı George Clooney ile evlenen insan hakları avukatı Emel Remzi Alamuddin de yer almıştı.
Perinçek, öğleden sonra katılımcılar ile yapılan söyleşide CNN Türk’te yayınlanan röportajından sonra Ermeni gazeteci Astrik İgityan’a verdiği demece atıfta bulunmuştur. Kaçaznuni, Karinyan, Lalayan, Pirumyan gibi Ermeni devlet adamlarının ve tarihçilerin Kaynak Yayınları tarafından basılmış kitaplarını İgityan’a armağan ettiğini açıklamıştır.
Özellikle Ermenistan’ın ilk Başbakanı Ovanes Kaçaznuni’nin “Taşnak Partisi’nin Yapacağı Bir Şey Yok” başlıklı kitabının Türkçe, İngilizce, Almanca, Fransızca, İsveçce ve İspanyolca basımlarını İgityan’a verdiğini söylemiştir.
Kaçaznuni’nin 1923 yılında Taşnaksütyun Partisi’nin Bükreş’te yapılan Kurultay’ına sunduğu rapordaki “Çarlık Rusya’sı, İngiltere ve Fransa, biz Ermenileri kandırdılar, ‘size denizden denize devlet vereceğiz’ dediler ve bizi silahlandırıp ateşe sürdüler. Türkler, savunma amacıyla hareket ettiler. Karşılıklı kırımlar oldu. Müslüman nüfusu katlettik. Taşnak Partisi dışında suçlu aranmamalıdır. Bu durumda Taşnak Partisi’nin yapacağı bir şey kalmamıştır. Parti kendisini dağıtmalıdır” tespitini gazeteciye aktardığını konuşmasında belirtmiştir.
Perinçek gazeteciye, “Kaçaznuni’nin raporu acaba Ermenistan’da yayınlandı mı, biliniyor mu?” sorusunu yöneltmiş ve “Kaçaznuni bizim Cumhuriyetimizin kurucusu, büyük devlet adamımız, çok saygın. Ama bu raporu bilinmiyor. Bizlere bunları öğretmediler” cevabını almıştır. AİHM büyük olasılıkla Ekim ayında kararının açıklayacaktır. Ben, Büyük Daire’nin İkinci Daire’nin kararını onaylayacağına inanmaktayım.
Fransa, Türkiye’yi tarihte yapılmayan sözde Ermeni soykırımı ile suçlayan yasa çıkaran dünyadaki ilk ülkedir. Ayrıca Fransa, Osmanlı İmparatorluğunu tarihe gömen Sevr Anlaşması’nın imzalandığı Paris’in Sevr banliyösündeki seramik müzesinin önüne Ermeniler tarafından 8 Mart 2001 tarihinde Ermeni soykırım anıtı açılmasına izin veren bir ülkedir.
Anıtın üzerinde “1915’te Jön Türk Hükümeti tarafından Birinci Dünya Savaşı’nda soykırıma uğratılan 1.5 milyon Ermenin anısına” yazılıdır.
Bu ifade Auschwitz-toplama kampının önünde de vardır. Bir farkla. “1.5 milyon Yahudi” “1.5 milyon Ermeni” olarak değiştirilmiştir.
Bu, uluslararası intihaldir.
Bu intihali görmezden gelen Türk kökenli Alman Yeşiller Partisi Eş Başkanı Cem Özdemir 24 Nisan 2015 tarihinde Almanya Federal Parlamentosu’ndaki görüşmelerde tıpkı Ermeni yalancıları gibi “Soykırımı işlemiş olan Jön Türkler, Sarıkamış’ta Türk askerini de kurban ettiler. Jön Türkler, Osmanlı İmparatorluğu’nu yıktılar. Dolayısıyla bunları savunmanın bir anlamı yok. Herkes kendine kimi örnek almak istiyorum diye sormalı” diyerek cahilliğini ortaya koymuştur.
Anıtın dikilmesine izin veren Fransa, başta Paris Büyükelçimiz İsmail Erez ile şoförü Talip Yener (24 Ekim 1975), Oktar Cirit, Yılmaz Çolpan, (22 Aralık 1979), Reşat Moralı (4 Mart 1981), Tecelli Arı (4 Mart 1981) ve Cemal Özen’i (24 Eylül 1981) koruyamamış ve 7 Türk diplomatının ASALA tarafından şehit edilmesini görmezden gelmiştir.
Paris’in Sevr banliyösündeki müzenin önüne sözde Ermeni soykırım anıtı dikilmesinin sebebi şudur: “Biz Ermeniler Türkiye Cumhuriyetini kuran Lozan Anlaşmasını tanımıyoruz. Bizler Sevr Anlaşması’nın halen yürürlükte olduğunu kabul ediyoruz. Çünkü Sevr’de büyük Ermenistan vardır.” Ermenistan, Türkiye’nin doğu sınırlarını tanımamakta ve Ağrı dağını kendi toprağı olarak görmektedir. Fransa, 24 Nisan 2003 tarihinde Paris’te Kanada meydanına Komitas Sogomonyan adına bir sözde Ermeni kin anıtı dikilmesini de onaylamıştır.
Azerbaycan, Fransa’nın hiçbir yerinde Karabağ’da Ermeniler tarafından Hocalı’da yapılan soykırım ile ilgili bir anıt dikemez. Türkiye de, Fransa topraklarının hiçbir yerinde Gaziantep ve Kahraman Maraş’ta Ermeniler tarafından yapılan katliamlar için anıt açamaz.
Fransa, Paris Büyükelçiliğimizin bulunduğu Paris’in en küçük sokağına (148 m. uzunluk, 15 m. genişlik) Ankara (rue d’Ankara) adını verir ama Türkiye nedense Ankara’nın en güzel ve nezih caddelerinden Paris caddesinin adının Keçiören’de bir küçük caddeye verilmesi konusunu gündemine almaz.
Fransa, Ruanda ve Cezayir’deki gerçekleştirdiği soykırımlar ile yüzleşmediği halde devamlı Türkiye’ye tarihi ile yüzleşme önerisinde bulunmaktadır.
Türkiye tarihi ile yüzleşmekten kaçınan bir ülke değildir.
Türkiye bu sorunun çözümlenmesini tarihçilere bırakma görüşündedir. Bundan yan çizen ise Ermenistan ve Fransa’dır. ABD Başkanı Obama’nın 6 Nisan 2009’da TBMM’de yaptığı konuşmada “Ermenistan ile sorunlarınızı çözün” mesajının ardından dönemin Başbakanı Erdoğan 1915 olaylarının 99’ncu yıldönümü vesilesiyle hayatını kaybeden Ermenilerin torunlarına taziye dileklerini ileterek, Türkiye tarihinde resmi ağızdan ilk defa 1915 olaylarına ilişkin Ermenilere taziye mesajı yayınlayan Başbakan olmuştur:
“Ermeni vatandaşlarımız ve dünyadaki tüm Ermeniler için özel bir anlam taşıyan 24 Nisan, tarihi bir meseleye ilişkin düşüncelerin özgürce paylaşılması için değerli bir fırsat sunmaktadır” sözleriyle başlayan mesaj, Başbakan Erdoğan adına Başbakanlık Basın Merkezi’nin internet sitesinde yazılı olarak yayınlanmıştır.
“Kadim ve eşsiz bir coğrafyanın benzer gelenek ve göreneklere sahip halklarının, geçmişlerini olgunlukla konuşabileceklerine, kayıplarını kendilerine yakışır yöntemlerle ve birlikte anacaklarına dair umut ve inançla 20’inci yüzyılın başındaki koşullarda hayatlarını kaybeden Ermenilerin huzur içinde yatmalarını diliyor, torunlarına taziyelerimizi iletiyoruz. Osmanlı İmparatorluğu vatandaşı herkes gibi Ermenilerin de o dönemde yaşadıkları acıların hatıralarını anmalarını anlamak ve paylaşmak bir insanlık vazifesidir” denilen mesajda, 1915 olaylarına ilişkin farklı görüş ve düşüncelerin serbestçe ifade edilmesinin çoğulcu bir bakış açısının, demokrasi kültürü ve çağdaşlığın gereği olduğu vurgulanmıştır.
Başbakan Erdoğan mesajında Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarının milyonlarca Osmanlı vatandaşı için acılarla dolu zor bir dönem olduğunun yadsınamayacağını belirterek “Adil bir insani ve vicdani duruş, din ve etnik köken gözetmeden bu dönemde yaşanmış tüm acıları anlamayı gerekli kılar” demiştir.
Ruanda, 1994 yılında yaklaşık 800 bin kişinin öldürüldüğü soykırımda Fransız yetkililerin de rolü bulunduğunu iddia etmiştir. Yaşanan katliamla ilgili bir rapor hazırlayan Ruanda Adalet Bakanlığı’nın gündeme getirdiği iddialar çarpıcıdır. Suçlanan kişiler arasında, 1996’da ölen Fransa’nın eski Cumhurbaşkanlarından François Mitterand, eski başbakanlardan Dominique de Villepin ile Edouard Balladur, Alain Juppe ve Hubert Vedrine de bulunmaktadır.
Fransa’yı soykırıma katılmakla suçlayan Ruanda Hükümeti, raporda 33 Fransız siyasi ve askeri yetkilinin adalet önüne çıkarılmalarını istemiştir. Fransa’nın soykırımdaki rolünü araştırmak için Adalet Bakanlığı bünyesinde kurulan bağımsız komisyon tarafından yayımlanan 500 sayfalık raporda, “Fransız desteğinin siyasi, askeri, diplomatik ve lojistik doğasının bulunduğu” ifade edilmiştir. Yönetmen Terry George’ın 2004 yapımı Otel Ruanda’yı seyretmemiş olanlar mutlaka bu filmi seyretmeliler ki, Fransa’nın Ruanda’da yaptıklarını anlayabilsinler.
Ruanda Devlet Başkanı Paul Kagame, 6 Ağustos 2008 tarihinde Fransa’nın Hutu rejimi ile bağı olduğuna ilişkin ellerinde güçlü kanıtlar olduğunu öne sürmüştür. Fransa Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Romain Nadal, “Bu rapor, Fransız siyasetçiler ve askeri yetkililere karşı kabulü mümkün olmayan suçlamalar içermektedir” demiştir. Fransa eski Cumhurbaşkanı François Mitterrand “O ülkelerde bir soykırım yaşanması o kadar da önemli bir şey değil” şeklinde açıklamada bulunmuştur. (Le Figaro, 12 Ocak 1998) Sarkozy, 2006’da Cezayir’e yaptığı bir ziyarette “Babalarının yanlışları için oğulların özür dilemesi beklenemez” sözleriyle Fransa’nın Cezayir’de işlediği insanlık suçlarını tanımayacağını söylemişti. Fransa ayrıca Cezayir’de gerçekleştirdiği soykırımın hesabını henüz vermemiştir.
Batı dünyasında Türklere ve Müslümanlara Batı’nın bakış açısı olumsuzdur.
Katoliklerin ruhani lideri Papa Francesco, 12 Nisan 2015 tarihinde 1915 olaylarını anmak için Vatikan´ın Aziz Petrus Bazilikası´nda düzenlediği ayinde 20’nci yüzyılın ilk soykırımının “Ermeni toplumuna karşı yapıldığını” söyleyerek modern dünyada artık unutulmuş olan Haçlı zihniyetinin temsilcisi olduğunu kanıtlamıştır. Francesco, Papa olmadan önce Arjantin’de Ermeni diasporasına çok yakındı ve de onların etkisi altındaydı. Ayine Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan, dünya Ermenileri ruhani lideri ve Ermeni Apostolik Kilisesi Katolikosu İkinci Karekin ve Kilikya Katolikosu Birinci Aram da katılmıştır.
Vatikan’da, 27 Eylül 2000 tarihinde dönemin Papası İkinci Jean Paul’ün Ermeni Baş patriği İkinci Karekin ile imzaladığı ortak bildiride de 1915 olaylarından soykırım olarak söz edilmişti. Papa Francesco bu ifadeye atıfta bulunmuştur. Francesco’dan önce Papalık koltuğunda oturan ve ilk dönemlerinde gerek Türkiye gerekse İslam alemiyle ilişkileri iyi olmayan Papa Benediktus ise soykırım ifadesini kullanmamıştı.
Papa Francesko Kapriel Serape Papazyan tarafından İngilizce kaleme alınmış olan Patriotism Perverted (Boston, Baker Press, 1934) adlı kitabını okumuş olsaydı, bu açıklamayı yapmazdı. Papazyan; Taşnakların Ermenileri nasıl Türkler ve Ruslara karşı kullanıp ölüme sürüklediklerini, nasıl “Kürt köylerini” yaktıklarını ve sorunu 1800’lerden başlayarak 1934’e kadar ayrıntıları ile anlatmaktadır.
1934 yılından sonra neler olduğu, Ermenilerin 10 bin kişilik taburla Nazi saflarında Yahudileri nasıl yok ettiği ve Türk diplomatlarına yapılan saldırılar da kitaba eklenmelidir.
Papa’nın açıklamasından kısa bir süre önce CHP, Kurtuluş Savaşını ve Türkiye Cumhuriyeti’ni soykırımcı ilan eden Erdal Doğan’ın eşini kontenjandan İstanbul İkinci Bölge’den 1’nci sıra adayı yaparak “doğru” bir karar vermemiştir. Selina Özuzun Doğan adaylığının açıklanmasının ardından Agos gazetesine yaptığı açıklamada, adaylığının Ermeni soykırımının 100’ncü yılına gelmesinin simgesel bir anlamı olduğunu ve bunun CHP’ye olumlu yansımaları olacağını söylemiştir. Bir basın organı Selina Doğan’ın eşi Erdal Doğan’ın, hem CHP’yi hem de Mustafa Kemal Atatürk’ü soykırımcılıkla suçladığı ve bu amaçla Türkiye hakkında “kültürel soykırım” yaptığı gerekçesiyle Lahey Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (UCM) dilekçe verdiğini açıklamıştır.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu yeni milletvekili adaylarını Hürriyet’e değerlendirirken, “Ermeni kökenli Selina Özuzun Doğan da var ki Ermeni kimliğinden öte bilgisi, birikimi ve eğitimiyle TBMM’de bize büyük katkı sağlayacak. Uzmanlık komisyonlarında faydalanacağız. Ayrıca dünyaya da önemli bir mesaj” demiş ve “Kim, nasıl anlam verirse versin. Bizim için bütün anlamlar geçerlidir” yorumunu yapmıştır.
Fakat CHP, 2008 Kurultayı’nda ortaya çıkan Parti Programı’na göre Ermeni soykırımı iddialarını tanımadığı gibi, bugüne kadar bu iddialarla mücadele eden bir siyasi partidir.
Papa’nın açıklamasını 13 Nisan’da bir televizyon yayınına katılarak yorumlayan Profesör Dr. Mensur Akgün’ün Türkiye’de “Ermeni anıtı dikilmesi” teklifi ise gülünçtür.
İngiliz Financial Times gazetesinin “Papa’nın 2’nci John Paul Osmanlı İmparatorluğu’nun son yıllarında öldürülen 1.5 milyon Ermeni için ‘soykırım’ ifadesini daha önce kullanmasına karşın Papa’nın bu konuşması özellikle Papa’nın geçen yılki dostça görünen Türkiye ziyaretinden sonra yetkililer tarafından sürprizle karşılandı” haberinde geçen 1.5 milyon Ermeni’nin soykırıma uğradığı ifadesi ise yukarıda da belirtildiği gibi bir yalandır.
Türklere ve Müslümanlara Batı’nın olumsuz bakış açısına ikinci örnek, Naziler ile Almanların aynı ırktan geldiklerini Batı dünyasının bir türlü kabul etmemesidir.
Yahudilere karşı Almanların soykırım yaptığını siz hiç duydunuz mu? Naziler soykırım yaptı deniyor. Ermenilere soykırım konusu gündeme geldiği zaman Türkler soykırım yaptı deniyor. Nazi döneminde Almanlar arasında Yahudi nefreti doruğa ulaşmıştır. Alman ırkından olan Nazilere göre Yahudiler yaşamaya hakkı olmayan alt-sınıf ırklar olarak görülmüştür. Tıpkı şimdilerde Almanya’da Alman Neo Naziler tarafından öldürülen Türkler gibi.
Yahudi Soykırımı bir insanlık suçudur. Bu suçu işleyenler Nazi olarak adlandırılmaktadır ama onlar Almandır.
Alman ulusundan olan Nazilerin 6 milyon kişinin sistemli bir şekilde öldürüldükleri katliama Holokost da (Eski Yunanca Holókauston) denilmektedir. Yahudileri esir kamplarında fırınlarda yakan Naziler sanki uzaydan gelmiş insanlar gibi görülmektedir. Fransa Almanya’yı (Almanların yaşadığı ülke: Deutschland) soykırım yapmakla suçlamamaktadır. Bu nasıl bir çifte standarttır?
Adolf Hitler’in 1933 yılında başa geçmesiyle birlikte, Yahudilere yönelik baskı başlamıştır. Hitlerin NSDAP partisine ait Sturmabteilung örgütü ( SA), 1 Nisan 1933 tarihinde Alman halkını Yahudi dükkanlarına karşı boykota çağırmış, boykot Yahudi dükkanlarının yağmalanmasıyla sonuçlanmıştır. 15 Eylül 1935 tarihinde Nürnberg Yasaları çıkarılarak alt sınıf insanların ari ırktan olanlarla evlenmeleri yasaklanmıştır.
Aslında Adolf Hitler 1925 yılında yazdığı Mein Kampf (Kavgam) adlı kitabında Yahudi soykırımı yapacağını açıklamıştır.
1939 yılında Almanya’da bulunan bütün Yahudilerin toplanıp Polonya’da gettolara yerleştirilmeleri kararı verilmiştir. 20 Ocak 1942’de Adolf Eichmann tarafından yönetilen yüksek devlet memurlarının Yahudi sorununun nihai çözümünün organize edilmesinin ayrıntılarını konuştukları Wannsee Konferansı gerçekleşmiştir.
Bu protokole göre öldürülmeleri tasarlanan Avrupa Yahudilerinin sayısı 11 milyondur. 1941 yılından sonra Öldürme Fabrikaları kurulmuştur. Bunların en bilineni ve büyüğü Polonya’daki Auschwitz-Birkenau (1941) ölüm kampıdır.
Soykırım; ırk, milliyet, etnik ve din farklılıkları sebebiyle insan gruplarının yok edilmesidir. Bu suç bir hükümet tarafından veya onun rıza göstermesi ile işlenebilir. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, dünyada soykırım suçunu önlemek ve cezalandırmak için 1948’de Soykırım Sözleşmesi’ni kabul etmiş ve Türkiye Sözleşme’ye 1950 yılında taraf olmuştur. Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi, Aralık 1948’de BM Genel Kurulu tarafından kabul edilmiş ve Ocak 1951’de yürürlüğe girmiştir
Talat Paşa, 23 Mayıs 1915 tarihinde 4. Ordu Komutanlığına bir şifre göndererek, “Erzurum, Van ve Bitlis vilâyetlerinden çıkarılan Ermenilerin, Musul vilâyetinin Güney kısmı, Zor sancağı ve Merkez hariç olmak üzere Urfa sancağına; Adana, Halep, Maraş civarından çıkarılan Ermenilerinse Suriye vilâyetinin Doğu kısmı ile Halep vilâyetinin Doğu ve Güneydoğusu’na sevk ve iskân edilmelerini” istemiştir.
Talat Paşa Ermeni tehcirini başlatmış ve 30 Mayıs günü konuya ilişkin bir geçici yasa çıkarılmasını sağlamıştır. Fakat Talat ve Enver Paşalar soykırım yapılmasını istememiştir.
Atatürk, 1 Mart 1922 tarihinde TBMM Üçüncü Toplanma yılı açış konuşmasında şunları söylemiştir: “Ermeni meselesi denilen ve Ermeni milletinin gerçek çıkarlarından ziyade dünya kapitalistlerinin ekonomik çıkarlarına göre halledilmek istenen mesele, Kars Antlaşması’yla en doğru çözüm şeklini buldu. Asırlardan beri dostane yaşayan iki çalışkan halkın dostluk bağları memnuniyetle tekrar kuruldu.”
Nürnberg Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesi Nazi partisini; insanlık suçu, savaş suçları, dünya barışına karşı işlenen suçlar ve savaşa sebep olmak suçlarından yargılamıştır. Dünya barışına karşı işlenen suçlar tanımından ilk defa bu davada söz edilmiş ve yargılanan 24 kişi beraat ve 10 yıl hapis cezasından idam cezasına kadar değişen cezalar almış ve çoğu idam edilmiştir.
Talat Paşa ve Enver Paşa için verilmiş bir uluslararası mahkeme kararı yoktur.
10 Ağustos 1920’de imzalanan Sevr Anlaşması’nda Osmanlı İmparatorluğu bazı suçlarla ilgili olarak yapılacak bir mahkemeye razı olmuştur. (Md. 226) Mahkemeyi oluşturmak galiplere bırakılıyor; istenen kişilerin yakalanıp mahkemeye teslimi taahhüt ediliyordu. Savaş sonunda işgal altındaki İstanbul’da kurulan Nemrut Mustafa Divan-ı Harbi, Malta’ya götürülen sanıkları İngiliz Kraliyet savcısının kanıtları yetersiz bulması sonucunda salıvermiştir.
24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Anlaşması’nda 1 Ağustos 1914 ile 20 Kasım 1922 arasında işlenen tüm suçların affı için bir bildiri yer almıştır.
Fransa Anayasa Konseyi’nin sözde soykırımını inkar edenlere ceza verilmesi yasa teklifini iptal etmesiyle kopma noktasına gelen Türkiye Fransa ilişkileri daha sonra yumuşamıştır. Konsey, sözde Ermeni soykırımı iddialarının reddinin suç sayılmasını öngören yasanın iptali için yapılan başvuruyu kabul ederek Fransa’nın gerçekten bir hukuk devleti olduğunu ortaya koymuştur. (http://www.conseil-constitutionnel.fr/conseil-constitutionnel/francais/les-decisions/acces-par-date/decisions-depuis-1959/2012/2012-647-dc/decision-n-2012-647-dc-du-28-fevrier-2012.104949.html -http://www.conseil-constitutionnel.fr/conseil-constitutionnel/francais/les-decisions/acces-par-date/decisions-depuis-1959/2012/2012-647-dc/communique-de-presse.104950.html
Bu süreçte dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu 1915 olaylarına ilişkin Ermeni iddialarının reddini suç sayan yasanın Anayasa Konseyi tarafından iptal edilmesine ilişkin olarak, “Fransa Anayasa Konseyi, Fransa anayasasının evrensel insan hakları kavramına ve hepimizin savunduğu Avrupa değerlerine uygun bir karar vermiştir. Bu açıdan Anayasa Konseyi’ni tebrik ediyoruz” demiştir.
Fransız Le Monde gazetesinin parlamentoların bu tip karar almasına ilişkin yaptığı ankete katılanların yüzde 85,2’i, parlamentoların bu tip karar almalarına karşı oy kullanmışlardır.(http://www.lemonde.fr/a-la-une/sondage/2011/12/20/vous-meme-etes-vous-favorable-ou-pas-favorable-a-l-adoption-par-le-parlement-d-une-loi-condamnant-la-negation-du-genocide-armenien_1620917_3208.html)
Ankette aleyhte çıkan oylar, Anayasa Konseyi’nin iptal kararında etkili olmuştur. Ayrıca ayrımcılığa, nefrete ve şiddete teşvik, 29 Temmuz 1881 tarihli Fransa Basın Yasası’nın 24’ncü maddesinde de bir suç olarak tanımlanmaktadır.
Yasa’nın iptali, başta Sarkozy ve Boyer olmak üzere sözde yasaya oy verenleri, Ermeni diasporasını ve Fransa’da yasayı destekleyenleri üzmüştür. Türkiye’de ise tepkiler olumlu olmuştur.
Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç Soykırım Yasası’nın iptal kararını muhtemel bir krizin önlenmesi olarak değerlendirmiş ve “Anayasa Konseyi siyasi kaygılardan uzak doğru bir karar vermiştir. Bu karar, Fransa ile Türkiye arasında yaşanması muhtemel büyük bir krizi önlemiştir. Umarım, bu karar hukuk dışı girişimler için büyük bir ders olur” demiştir.
Dönemin Avrupa Birliği Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış “Akıl, akılsızlığa galip geldi ve tarihi bir hatadan dönüldü” yorumunu yapmıştır.
CHP Bolu Milletvekili Tanju Özcan kararı, “Umarım bu karar, ülkemizde ifade özgürlüğünü kısıtlamaya çalışan hükümete de bir örnek olur” değerlendirmesinde bulunmuştur. AKP Genel Başkan Yardımcısı ve Dış İlişkiler Başkanı Ömer Çelik Fransa’ya yönelik yaptırımların duracağını açıklamıştır: “Anayasa Konseyi’nin kararı Türkiye’nin ikinci ve üçüncü yaptırıma geçmesini durduracak.”
Dışişleri Bakanlığı’nın değerlendirmesi ise şöyledir: “Yasanın Anayasa Komisyonu tarafından iptal edilmesini, Fransa’da ifade ve araştırma özgürlüğü, hukuk devleti ve uluslararası hukuk ilkeleriyle bağdaşan; tarihin siyasallaştırılmasına karşı duran bir adım olarak görüyoruz… Fransa’nın bundan böyle Türkiye ile Ermenistan arasında tarih konusundaki ihtilafın, adil ve bilimsel temelde ele alınması için yapıcı bir yaklaşım içinde olmasını; sorunu daha derinleştiren değil, çözümü destekleyen katkılar yapmasını ümit ediyoruz. Böyle bir yaklaşım, Türk-Fransız ilişkilerinin hak ettiği mecrada ve her alanda geliştirilmesine de katkı sağlayacaktır.”
Le Monde gazetesi (1 Mart 2012) Anayasa Konseyi’nin üstlendiği rolü yerine getirdiğini belirterek, yasanın ifade özgürlüğüne karşı olması sebebiyle iptal edilmesine dikkat çekmiş, yasanın Anayasa Konseyi’nce iptal edilmesiyle yanlış yoldan dönüldüğünü açıklamıştır.
Uluslararası Sınır Tanımayan Gazeteciler Kuruluşu (RSF), soykırım inkarını hapisle cezalandıran yasanın iptal edilmesini memnuniyetle karşıladıklarını açıklamış, ifade özgürlüğüne sahip çıkma sırasının Türkiye’de olduğunu belirmiştir: “Ancak girişim, Fransa’nın savunduğu demokratik değerlerin inanırlığına, insan hakları savunucularına ve Türkiye’deki Ermeni davasına bir kere zarar vermiş oldu. Tüm Fransa politik sınıfına sesleniyoruz; buna tekrar kalkışmayın. Son deneyim kesin olarak gösterdi ki, anma yasalarıyla resmi tarih oluşturmaktan vazgeçilmeli.”
RSF, soykırımların cezalandırılmasını öngören düzenleme henüz Fransa Meclisi’ne ve Senatosu’na gelmeden önce yasaya karşı çıkmış, son olarak da parlamenterlere gönderdiği mektuplarla onları Anayasa Konseyi’ne itiraz etmeye çağırmıştı. Bu olumlu değerlendirmelere bakıp rehavete kapılmamak gerektiği kanısındayım. Nitekim ABD Kongre üyesi Adam Schiff, Robert Dold ve diğer 59 üyesi Ermeni soykırımı konusundaki fikirlerini değiştirmesi için ABD Dışişleri Bakanı Clinton’a bir mektup göndermiş ve Clinton’ı, Türkiye Cumhuriyeti’ni bu tarihsel ayıbı göz ardı etmesine teşvik edici olmakla suçlamışlardır.
Ayrıca Amerika Ermeni Ulusal Komitesi (ANCA), İstanbul’daki Hocalı gösterilerinde ırkçılık ve şiddet körüklendiği savıyla dönemin ABD Büyükelçisi Ricciardone’ye Türkiye’yi kınama çağrısı yapmıştır. ANCA Müdürü Aram Hamparian, “Bunlar basit bir şekilde soykırım sonrası bir devletin şiddet yankıları değil ancak soykırım öncesi Türk toplumunun kararlı eylemleridir. Türk toplumu kızgın bir şekilde hayallerindeki düşmanlara saldırıyor ve bir sonraki hedeflerini artıyorlar. ABD Büyükelçisi Ricciardone’den derhal güçlü bir şekilde ve açıkça bu hükümetin şiddeti onaylamasını, teşvik etmesini kınamasını istiyoruz” demiştir.
Fransa ile yaşanan sözde soykırım gerginliği sürecinde Yaşar Kemal’in 18 Aralık 2011 tarihinde İstanbul’da kendisine sunulan Legion d’Honneur Grand Officier (büyük subay) nişanı alması doğru değildi. Bu nişan Yaşar Kemal’e onur kazandırmamıştır. Çünkü Yaşar Kemal Orhan Pamuk’tan çok daha başarılı bir yazar olmasına rağmen, Orhan Pamuk gibi Türk ulusunu soykırım yapmakla suçlamamıştır. http://webtv.hurriyet.com.tr/2/25807/0/1/yasar-kemal-e-fransa-dan-buyuk-subay-nisani.aspx linkini tıklayanlar, Yaşar Kemal’in ödül törenine katılanların memnuniyetini göreceklerdir. Acaba bu katılımcılar şimdi ne düşünüyorlar?
12 Ekim 2006 tarihinde Fransızların Ermeni soykırımını inkara ceza yasasını parlamentolarından geçirdikleri gün Ermeni soykırımını kabul eden Orhan Pamuk’a Nobel Edebiyat Ödülü verilmiştir.
Acaba bu bir tesadüf müdür yoksa bir merkezden yönetilen bir planın parçası mıdır? Orhan Pamuk, İsviçre’de yayınlanan günlük Tagesanzeiger gazetesinde 6 Şubat 2005 tarihinde yayınlanan röportajında “Türkiye’de otuz bin Kürt ve bir milyon Ermeni öldürüldü. Neredeyse benim dışımda hiç kimse konuşmaya cesaret edemiyor ve milliyetçiler bunun için benden nefret ediyorlar” dediği için mi Nobel almıştır?
Pamuk bu demecinin ardından ABD’de yayımlanan Time dergisinin 8 Mayıs 2006 tarihli sayısının “Time 100: Dünyamızı Biçimlendiren Kişiler” başlıklı kapak yazısında tanıtılan 100 kişiden biri olmuş, 2007 Mayıs’ında yapılan 60. Cannes Film Festivali’nde de jüri üyeliği yapmıştır.
Her nedense tüm bu başarılar 6 Şubat 2005 tarihinden sonra gelmiştir.
Yaşar Kemal bu ödülü almasaydı Fransa’ya çok önemli bir ders vermiş olacaktı. Güney Afrika’nın eski Devlet Başkanı Mandela 1992 yılında Atatürk Uluslararası Barış Ödülü’nü reddetmişti.
Fakat 93 yaşındaki Mandela, ABD’nin Houston Üniversitesi bünyesinde faaliyet gösteren bir Enstitü’nün 2010 Barış Ödülünü 27 Ocak 2011’de almıştır.
Eski YÖK Başkanı Prof. Dr. Erdoğan Teziç Cumhurbaşkanı Chirac’ın kararıyla 17 Eylül 2004 tarihinde kendisine verilen Legion d’Honneur’ün en üst derecelerinden biri olan Commandeur Liyakat Nişanı’nı (Commandeur de la Legion d’Honneur) Fransa’ya geri göndermiştir. Teziç, 1. Napolyon döneminde başlayan ve dünyada çok az sayıda kişiye verilen bu nişanın Türkiye’deki tek sahibi idi. Eski bakanlardan Kamran İnan da verilen nişanı iade ederek iade mektubunda şunları yazmıştır: “Fransız Parlementosunun ve hükümetinin memleketime karşı aldığı düşmanca kararlardan sonra, daha önce Cumhurbaşkanınız Francois Mitterrand’ın bana verdiği Legion d’Hanneor nişanını muhafaza edemeyeceğimden ilişikte size iade ediyorum.”
1964 yılında kendisine verilen Nobel Edebiyat Ödülünü reddeden Fransız düşünür Jean Paul Sartre “Benim gibi yaşlı bir devrimciye böyle bir ödül vermek, kapitalizmin öç alma girişiminden başka bir şey değildir” derken, Yaşar Kemal’in Fransa’dan ödül alması çok düşündürücüdür.
Oylanacak yasa teklifinden 4 gün önce Yaşar Kemal’e nişan verilmesi dikkat çekicidir. Türkiye’yi insanlık aleminin en adi suçu olan soykırımıyla suçlamak isteyen bir ülkeden nişan almak, bence en hafif ifadeyle bir vurdum duymazlıktır.
Bu konuda çok önemli bir hatırlatma yapmak isterim. Doktor Jivago kitabının yazarı Rus Boris Pasternak kendisine 1958 yılında verilen Nobel Edebiyat Ödülünü reddetmiştir. Çünkü kendisi rejim aleyhtarıdır.
Ödülün kendi yazarlığı için değil, ülkesini eleştirdiği için verildiğini anlayan bir birikime ve olgunluğa sahip bir kişilik olarak ödülü almamıştır.
Türkler de tıpkı Ermeniler gibi etkili ve kalabalık mitingler düzenleyerek ülke yöneticileri üzerinde siyasi baskı kurmalıdır. Bu mitingler bir merkezden koordine edilmeli, gerekli maddi ve organizasyon desteği bürokrasiye boğulmadan sağlanmalıdır. Gerekirse bu konuda yeni bir yapılanmaya gidilmelidir.
Marmara Grubu Vakfı, Hocalı soykırımının 20’nci yılında Ermenistan’ı Hocalı’da yaptığı soykırımdan ötürü kınamıştır. İstanbul’da Vakfın da desteklediği Türkiye’de bulunan Azerbaycan Türkleri ile yurdun birçok yerinden gelen vatandaş ve sivil toplum kuruluşlarının katılımıyla “Ermeni iddialarına sessiz kalma” mitingi düzenlenerek Türk ve dünya kamuoylarının soykırıma dikkati çekilmiştir.
Fakat, Taksim’deki gösteride atılan “Hepiniz Ermenisiniz hepiniz p…”, “Bugün Taksim, yarın Erivan, bir gece ansızın gelebiliriz”gibi Türkiye’ye ve Azerbaycan’a zarar verecek sloganlar atılmamalıdır.
Bu gibi aşırı ve ideolojik sloganlar haklı bir davada Türkiye ve Azerbaycan’ı haksız duruma düşürür. Uluslararası ilişkilerde his değil, akıl ve mantık ön planda tutulmalıdır. Nitekim Azerbaycan’ın Ankara Büyükelçisi Faik Bagirov’u bu ifadeler rahatsız etmiş, Büyükelçi “o pankart hiç iyi olmadı” demiştir.
Bu gibi konularda daha diplomatik davranmakta yarar vardır. Eski Dışişleri ve Milli Savunma Bakanı Hasan Esat Işık 1968’lerde Paris Büyükelçisi’dir. Fransa’daki Ermenilerin kışkırtıp dayatması sonucu Marsilya’da yapılacak Ermeni soykırımı anıtına karşı çıkar. Anıtın açılış törenine Fransız hükümetinin resmen katılmamasını ister. Ancak anıtın açılışına Fransız bakanlardan birinin katıldığını görünce sabrı taşar ve Ankara’ya sorma gereğini dahi duymadan Paris’i terk edip Ankara’ya döner, gelişmelere karşı dik bir duruş sergiler.
Işık, bağırıp çağırmadan karşı tarafa anlamlı bir diplomatik ders vermiştir. Hemingway, “Cesaret, olaylar karşısında gösterilen zarafettir” derken çok haklıdır.
ABD’de Barack Obama Yönetimi 15 Ekim 2014 tarihinde 1915 yılındaki Ermeni tehcirini sembolize eden bir halının Beyaz Saray’da sergileneceğini açıklamıştır. Bu konudaki açıklama Başkan Obama’nın Ulusal Güvenlik Danışmanı Susan Rice’in sözcüsü tarafından yapılmıştır. Sözcü Bernadette Meehan Gazir Halısı’nın (Armenian Orphan Rug– Ghazir Rug) 18-23 Kasım tarihlerinde Beyaz Saray’ın ziyaretçilere açık bölümünde sergileneceği duyurmuştur.
Meehan halıyla ilgili açıklamasında şöyle demiştir: “Aynı zamanda ‘Ermeni Yetimi Halısı’ olarak bilinen halı, Amerikan halkı tarafından yerlerinden edilen Ermeni yetimler için sağlanan insani yardımın tanınması amacıyla 1925’te Başkan Coolidge’e sunulmuştu. Cennet Bahçesi’nin tasvir eden, 4 milyon ilmek içeren halının tamamlanması 18 ay sürdü. 3.5 x 5.8 metre boyutlarındaki halı çok iyi durumda. Halı, Başkan Coolidge’in 1929’da görev süresi sona erince, kendisinin kişisel eşyası olarak ayrılmış ancak 1982’de ailesinin bir hediyesi olarak Beyaz Saray’a dönmüştü. Halı, o zamandan beri sadece iki kere teşhir edildi ve Ermeni halkıyla ABD’nin yakın ilişkisinin bir hatırası oldu.”
Türkiye’nin halının Beyaz Saray’da sergilenmemesi konusundaki girişimleri başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Ermenilerin talepleri ABD yönetimi tarafından geri çevrilmiş, halının sergilenmesini Obama yönetimi siyasi açıdan riskli bulmuştu. Sergi, 18 Kasım’da ziyaretçilere açılmış, bu vesileyle Ermeni diasporası 1.5 milyon Ermeni’nin Birinci Dünya Savaşı’nda Türkiye tarafından soykırıma uğratıldığı yalanını gündeme getirmiştir. (Turkey’s mass murder of over 1.5 million Armenians and other Christians during World War I. http://armenianweekly.com/2014/11/18/orphan-rug/)
Öncelikle belirtilmesi gerekir ki o dönemde Türkiye Cumhuriyeti yoktur.
1948 tarihli BM Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşme ile tanımlanan Ermenilere yönelik bir soykırım söz konusu değildir.
Osmanlı Devleti, 1915 yılında ulusal, etnik, ırksal ya da dinsel bir grubu toptan ya da onun bir bölümünü yok etmek niyetiyle Hitlerin Yahudilere yaptığı gibi bir katliam yapmamış, Hitler’in Yahudileri fırınlarda yaktığı gibi Ermenileri yok etmemiş, devlet politikası haline gelmiş eylemlerde bulunmamıştır.
Emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ 9 Nisan 2015 tarihinde soykırım sözcüğü yerine bu kelimenin Ermenicede karşılığı olan “medz yeghern” (büyük felaket) sözcüklerini telaffuz etmemesi konusunda ABD Başkanı Barack Obama’ya bir mektup yazmıştır. Obama da zaten soykırım kelimesi yerine “medz yeghern” demiştir.
Dönemin Avrupa Birliği Bakanı Volkan Bozkır’ın, “Ancak Papa Francis’in yaptığı açıklama tarihi bir husumet olarak dünya tarihine geçecek yanlış bir açıklamadır. Gerçekten tamamen itilaflı olan, tarihi hiçbir belgeye dayanmayan, kabul edilmesi mümkün olmayan böyle bir açıklamayı Türkiye yok farz edecektir” açıklaması yerindedir ama açıklamanın “yok” (keenlemyekün) sayılması mümkün değildir.
Çünkü yokluk, idare hukuku kavramıdır. Hukuka aykırı olarak nitelendirilebilecek bir idari işlemin iptaline gerek olmadan “yok” sayılmasıdır. Oysa uluslararası hukukta böyle bir kavram yoktur.
ABD’deki Pew Araştırma Merkezi Din ve Kamu Yaşamı Forumu’nun “2010 Dünyanın En Önemli Dini Gruplarının Büyüklüğü ve Coğrafi Dağılımı” adlı raporuna göre dünyada 2,2 milyar Hıristiyan (yüzde 32), 1,6 milyar Müslüman (yüzde 23) vardır.
Dünya genelinde Hıristiyan nüfusun yarıya yakınını oluşturan Katoliklerin sayısı yaklaşık 1,1 milyar civarındadır. Latin Amerika Katolik nüfusun yüzde 40’ından fazlasını barındırmaktadır. Yüzde 41,3’ü Katolik olan Güney Amerika’da 483 milyon Katolik vardır. Avrupa’da 277, Afrika’da 177, Asya’da 137, Kuzey Amerika’da 85 ve Okyanusya’da 9 milyon Katolik yaşamaktadır.
Dünyada en fazla Katolik’in bulunduğu 10 ülkenin 4’ü Latin Amerika’dadır. Brezilya, yaklaşık 140 milyon nüfusuyla dünyada Katoliklerin en kalabalık olduğu ülkedir. Papa’nın ülkesi Arjantin’de nüfusun yüzde 75’ten fazlası Katolik’tir. Avrupa’da en fazla Katolik yaklaşık 57 milyon kişi ile İtalya’da bulunurken, Afrika’da başı yaklaşık 36 milyon ile Demokratik Kongo Cumhuriyeti çekmektedir.
Papa Katolik dünyasının başı olduğuna göre tüm Katolik ülkeler sözde Ermeni soykırımını tanırsa, biz kafamızı “deve kuşu gibi” kuma gömüp bu kararları yok mu sayacağız?
Ayrıca Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’ın resmi internet sayfasından yaptığı kısa açıklamadaki, ”Ermenistan için Papa’nın açıklamaları şans ve ümit verici” açıklamasını da unutmamak gerekir. NTV’de 13 Nisan 2015 tarihindeki Papa’nın açıklamalarını yorumlayan yorumcular; Ermenilerin yaptığı Hocalı soykırımından, Holokost’tan, Ruanda ve Bosna soykırımlarından, 18 Mayıs 1944 tarihinde Kırım Türklerinin Stalin tarafından bir gecede trenlere binilerek vatanlarından sürgüne gönderilmelerinden ve 150 bin Kırım Türkünün yollarda öldüğünden nedense söz etmemişlerdir.
HDP de TBMM’nin AP’nun kararını eleştiren kararına katılmamıştır. Bu durumda HDP nasıl Türkiye partisi olacaktır?
Kurtuluş savaşında Mustafa Kemal’in yanında yer alan ve birinci Mecliste milletvekili olan Ahmet Rüstem Bey, sözde Ermeni soykırımı suçlamalarına karşı 1918’de Bern’de Fransızca olarak yayınladığı La Guerre Mondiale et la Question Turco- Armenienne (Dünya Savaşı ve Türk Ermeni Sorunu) adlı kitabının önsözünde şu tespitte bulunmuştur: “Ermeni sorununda dünya kamuoyuna karşı Türkiye’yi savunmayı amaçlayan bu kitabı yazarken , her şeyden önce doğduğum, pek çok iyiliğini ve nimetlerini gördüğüm bu ülkeye bağlılık duygularını sürdürmeyi düşündüm.”
Bugün “Canım Batılılar öyle söylüyorsa öyledir, demek ki Ermeni soykırımı yapmışız kabul edelim, ne var bunda özür dileyelim olsun bitsin” diyen başta Nobel Edebiyat ödüllü yazar Ferit Orhan Pamuk olmak üzere bazı Türk aydınlarının, ünlü Kırgız yazar Cengiz Aytmatov’un (Gün Uzar Yüzyıl Olur, 1980) ifadesiyle “mankurtların” sayısının hızla çoğaldığını gördükçe, Türkleri aşağılayanları düelloya davet edecek kadar gözü pek bir Türk sever olan Polonya kökenli Ahmet Rüstem Bey’i acaba kaçımız biliyor?
Bence, bilen sayısı bir elin parmaklarını geçmez.
Sözde soykırım iddiaları Türkiye’nin dış politikasını sürekli baskı altında tutmakta, Türkiye’ye yönelik psikolojik baskı yapılması için bazı ülkelere fırsatlar vermekte ve Türkiye’nin AB üyeliği önünde bir engel oluşturmaktadır.
Nitekim Ermeni diasporasının iddiaları 17 Aralık 2004 tarihinde Brüksel’de Türkiye’nin önüne çok büyük bir engel olarak çıkmıştır. Avrupa Birliği Ermeni sorunu konusunda Türkiye’ye iki dayatmada bulunmuş ve Türkiye’nin AB’ye girmesi için Türkiye’nin sözde Ermeni soykırımını tanıması ve Türkiye’nin Ermenistan’la sınır kapısını açmasını istemiştir.
Karabağ konusunda uzlaşmaz bir politika izleyen ve Hocalı’da gerçek anlamda soykırım yapan Ermenistan’a atıf bile yapılmamıştır. Türkiye-Ermenistan yakınlaşması aşağıdaki hukuki düzenlemeler yapılarak ortadan kaldırılmadığı, söylemler düzeltilmediği ve sözde Ermeni soykırımı yalanı gündemden düşmediği sürece Türkiye’nin AB üyesi olması mümkün değildir.
• Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Yüksek Sovyeti’nin 23 Ağustos 1990 tarihli Bağımsızlık Bildirisi’nin 12’nci maddesinde“Ermenistan Cumhuriyeti, 1915 Osmanlı Türkiye’si ve Batı Ermenistan’da gerçekleştirilen soykırımın uluslararası alanda kabulünün sağlanması yönündeki çabaları destekleyecektir” denilmektedir.
• Ermenistan Parlamentosu, 23 Eylül 1991 tarihinde aldığı bağımsızlık kararında “Ermenistan Bağımsızlık Bildirisi’ne sadık kalacağını” açıklamış ve taahhüt etmiştir.
• 1995 yılında kabul edilen Ermeni Anayasası’nda “Ermenistan’ın Bağımsızlık Bildirisi’ndeki ulusal hedeflere bağlı kalacağı” bir anayasa hükmü olmuştur. Soykırım yalanının uluslararası alanda tanınmasının Ermenistan’ın dış politika hedefi olduğu belirtilmiştir.
• Erivan´da yapılan Gelişen Ermenistan Partisi’nin 4’ncü Kurultayına katılan Devlet Başkanı Serj Sarkisyan, “Bağımsızlık Karabağ halkının seçimidir. Uluslararası hukuk dahi bu konuda farklı yaklaşım ortaya koyamaz” demiştir.
• Ermenistan’daki okul duvarlarında asılan haritalarda Türkiye’nin 12 ili yer almıştır.
• Ermenistan Milli Marşı’nda ”topraklarımız işgal altında, bu toprakları azat etmek için ölün, öldürün” yazılıdır.
• Karabağ’da katliam yapan Ermeni kuvvetlere komutanlık yapan bugünkü Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan’dır.
• Sarkisyan İngiliz yazar Thomas De Waal’a, “Hocalı’dan önce Azeriler bizim şaka yaptığımızı sanıyordu, Ermenilerin sivil topluma karşı el kaldırmayacaklarını sanıyorlardı. Biz bunu- stereotipi- ( zeka geriliği) kırmayı başardık” demiştir.
1933’de Nazilerin yakmaya başladıkları kitapların yazarı Yahudi kökenli Stefan Zweig’ın “Akıl ve siyaset nadiren aynı yolda buluşur” sözü günümüzde Ermeniler için geçerliliğini koruduğu sürece, sözde Ermeni soykırımı gündemden düşmeyecektir.

ADALET PARTİSİ (AP) VE TÜRKİYE SİYASETİNDE ADALET PARTİ'Lİ YILLAR

27 MAYIS SONRASI FIRTINALI GÜNLER;
BUNALIM, BUHRAN, VESAYET, DİKTA, CUNTA DÖNEMİ VE
ADALET PARTİSİ’NİN KURULUŞU
Mustafa Nevruz SINACI
GOCA REİS
Dr Sadettin BİLGİÇ
GERÇEK DEMOKRAT
05.Ocak.1961            
II. GÜRSEL HÜKÜMETİ (05.Ocak.1961 – 20.Kasım.1961) güven oylaması yapılmadı. Hükümet, 1961’de yapılan genel seçimlere kadar sürdü.
05.Ocak.1961            
27 Mayıs’ın 2. Hükümeti kuruldu. Siyasi Parti kuruluşlarına izin verildi. (Ancak, siyasi faaliyet göstermelerine izin verilmedi) Yeni kurulacak  siyasi partilerde “demokrat” adının kullanılması kesinlikle yasaklandı.
06.Ocak.1961             Ezici çoğunluğu Halk Partili olan “kurucu meclis” toplandı.
07.Ocak.1961             MBK tarafından önce siyasi faaliyetlere izin verileceği duyuruldu. Sonra bundan vaz geçilerek, açıklama 14 Ocak 1961’e tehir edildi.
12.Ocak.1961            
DP’ nin lehinde bir yazısında propoganda yaptığından ötürü Profesör Ali Fuat BAŞGİL’ in tutuklandığı bildirildi. (Ankara Radyosu) 27 Mayıs rejimi, değil 27 Mayıs’ eleştirenlere, DP lehine yazı yazanlara bile tahammil edemiyor. “Yaşasın Demokrasi...”
14.Ocak.1961             Siyasi Parti kurmak ve siyasi faaliyette bulunmak serbest bırakıldı.
14.Ocak.1961             Ekrem Alican, Orhan Mersinli, Doç Aydın Yalçın, Prof. Hikmet Belbez, Enver Adakan ve Avukat Esat Çağa bir toplantı yaparak, “Yeni Türkiye Partisi” veya “Hür Demokrat Parti” adında bir parti kuracaklarını açıkladılar.
14.Ocak.1961            
Yassı Ada’da Celâl Bayar’ın Avukatı ve eski Demokrat Partili Enver Safter Oder’ de bir açıklama yaparak; “Memleketçi Demokrat Parti” veya “Genç Demokratlar Partisi” adı ile bir parti kuracağını açıkladı. Muhtemel kurucular arasında: Eski Başsavcı Hakkı Ketenoğlu, Eski Vali ve Halk Partisi ileri gelenlerinden Avni Doğan, Kurmay Albay Naci Bozkurt, Tümgeneral Naci Akyıldız, fabrikatör Saki Zorlu, Avukat Nedret Akpınar ve iktisatçı Talât Akdoğan yer alıyor.
31.Ocak.1961             Memleketçi Cumhuriyet Partisi ile Hür Demokrat Parti önce birleşme kararı verdiler. Bir gün sonra da birleşmeden vazgeçtiler.  
11.Şubat.1961             AP (ADALET PARTİSİ) kuruldu.
Emekli Orgeneral Ragıp GÜMÜŞPALA (Paşa) Genel Başkan (27 Mayıs günü 3. Ordu Komutanı iken, MBK’ne bağlılık kararını bildirmekte tereddüt gösterdiği gerekçesi ile kısa bir süre Genel Kurmay Başkanlığı görevinde bulundurulduktan sonra derhal emekli/tasfiye edilmiştir.) 
Adalet Partisi; 27 Mayıs darbesinden ile DP’nin siyasetten men ve diğer parti faaliyetlerinin geçici olarak durdurulduğu, başta Cumhurbaşkanı ve Başbakan olmak üzere bütün bakanların, milletvekillerinin ve parti ileri gelenlerinin yassı ada’ ya götürüldüğü, DP’ye vücut veren vatandaşlar tahrik ve tahkir edilerek büyük çapta eziyet ve zulümlerin yapıldığı, DP’ li olmanın ve DP’ye oy vermenin suç haline getirildiği, bu insanların “düşük” ve “kuyruk” diye aşağılandıkları, darbecilerin arkasına sığınanların her türlü cebir, şiddet ve engellemelere başvurdukları ve bunlardan kurtulmak isteyen vatandaşların ciddi bir arayış içinde bulundukları bir dönem ve ortamda kurulan AP, ilk andan itibaren “Gümüşpala” partisi olarak anılmaya başladı ve “yeni bir umut” olma yoluna girdi.
AP KURUCULARI: Emekli Kurmay Albay Şinasi Osma, Operatör Dr. İhsan Önal, Ord. Prof. Etem Menemencioğlu, Tüccar Mehmet Yorgancıoğlu, İktisatçı Muhtar Yazır, Tabi ve Naşir Tahsin Demiray, Emekli General Necmi Ökten (Paşa) Gazeteci Doçent Cevdet Perin, Avukat Emin Acar ve Gazeteci Kâmuran Evliyaoğlu   
13.Şubat.1961            
YTP kuruldu. Ekrem ALİCAN Genel Başkan. Kurucular : Isparta Eski Milletvekili Dr. İrfan Aksu, Bursa Eski Milletvekili Raif Aybar, Prof. Dr. Hikmet Belbez, Emekli Dr. General Esat Eğilmez, Tokat Eski Milletvekili Av. Hasan Kangal, Emekli Tümgeneral Sırrı Öktem, Yüksek Elektrik Müh. Ve Bursa eski Milletvekili Mithat San, İhtilâl İdaresinin ilk Çalışma Bakanı Prof. Cahit Talas ve Prof. Aydın Yalçın.
YORUM: Her iki kuruluş da, Demokrat Parti’nin başsız, lidersiz ve teşkilâtsız kalan oylarını kanalize etmek amacıyla ortaya çıkmış partilerdir. Bu nedenle, eski demokrat kitle ikiye bölündü. Demokratlar bu partilerden hangisinin DP’nin gerçek halefi ve onun samimi temsilcisi olacağını henüz kestirememişlerdi. Zaten, seçimlerden sonra parlâmentoda her iki partinin de birleşeceği yolundaki söylenti ve kanaatler bir hayli yaygındı. Bu sebeple, DP eğilimli olanlar her iki partiye de tereddütsüz giriyorlardı.
13.Şubat.1961                        TİP  kuruldu.  Mehmet Ali AYBAR Genel Başkan. Aynı gün;  Memleketçi Parti, Cumhuriyetçi Mesleki Islahat Partisi ve Mutedil Liberal Parti’ de kuruluş dilekçelerini İçişleri Bakanlığı’na verdiler.
07.Mart.1961             
AP Genel Başkanı Ragıp Gümüşpala; “Düşük ve Kuyruk yoktur, vatandaş vardır”
09.Mart.1961             
İçişleri Bakanı Nasır Zeytinoğlu, “Ragıp Gümüşpala’nın bu sözleri Bakanlıkça incelenmektedir. Gerekirse soruşturma ve kovuşturmaya geçilecektir.”
11.Mart.1961                          MBK Başkanı Gürsel; “Demokrat Partiyi hortlatmak isteyenler, tehlikeli bir arteşle oynuyorlar” diyerek Gümüşpala’yı ikaz etti.
12.Mart.1961                          Gazeteciler hemen Ekrem Alican’la Ragıp Gümüşpala’yı buldular ve başkan Gürsel’in demeci üzerine ne düşündüklerini sordular. Gümüşpala, kısa ve yuvarlak bir cümle ile yetindi. “Milletin başında bulunanlar daima iyi düşünür, iyi konuşur ve iyi yaparlar.” Gümüşpala, Gazetecilerin bütün ısrarlarına rağmen fazla bir şey söylemekten kaçındı. Fakat, Ekrem Alican uzun bir demeç verdi. Demecine: Başkan Gürsel’in haklı olduğunu, fikirlerine aynen katıldığını, bu yolda görünenlerin tehlikeli bir ateşle oynadıklarını tekrar etti ve bu sözleriyle Adalet Partisini suçluyormuş gibi bir durum takındı.
İşte, Adalet Partisini öteki partilerin önüne geçiren etkenlerden biri de bu olmuştur. Bu ve benzer etkenlerin tümünü sıralayacak olursak :
1) Ragıp Gümüşpala’nın mağdurluğu ve söylentilere elverişli olmayan hayatı ile AP kurucularının eski Demokrat Parti’ye karşı olmaları,
2) Yeni Türkiye Partisi Başkanı Ekrem Alican’ın, Başkan Gürsel’in demecini açıkça ve kuvvetle desteklemesi ve bir gün sonra da verdiği demeçte “Amme vicdanının mahkum etmediği vatandaşlara” partisinin açık olduğunu söylemesi,
3) Ord. Profesör Ali Fuat Başgil’in Adalet Partisi listesine girişi...
Seçimlere başka partiler de hazırlanıyorlardı, ama Demokrat Parti kitlesinin oylarını YTP ile AP’ nin toplayacağı artık iyice anlaşılmıştı. Özellikle bu, kapatılmış partinin (DP) macera dışında kalmaya dikkat edenleri YTP’ne kayıyor; Fakat, militanları Adalet Partisi’ni destekliyordu.
11.Mart.1961             
Sanayi Bakanı Şahap KOCATOPÇU, “Politika gayeleriyle inşa edilen bütün fabrikaların kapatılacağını” söyledi. Bir tek fabrika bile kapatılamadı. Devam eden yatırımların olarak bedeli: 22.5 Milyar TL’dir. (2400 ton altın ve 2.5 milyar Amerikan doları değerinde) Bu yatırımların tamamı 1971 yılına kadar tamamlanmıştır.
15.Mart.1961              Türk Silâhlı Kuvvetler Birliği kuruldu. 
15.Mart.1961             
AP Genel Sek. Yard. ve eski Demokratlardan Mehmet Yorgancıoğlu, Osman Kibar ve Mehmet Karaoğlu ile Ali Kinsizer, DP Lehinde propoganda yapmak suçundan İzmir’de tutuklandı.
18.Mart.1961             
AP’ nin ilk Genel İdare Kurulu Üyeleri belli oldu. Ragıp GÜMÜŞPALA (Genel Başkan), Genel Başkan Yardımcıları : Mehmet YORGANCIOĞLU,  Cevdet PERİN, Necmi ÖKTEN, Şinasi OSMA, Ferhat Nuri YILDIRIM, Üyeler : Tahsin DEMİRAY, Etem MENEMENCİOĞLU, İhsan ÖNAL, Emin ACAR, Kâmran EVLİYAOĞLU, Muhtar YAZIR, Mehmet TURGUT, Ahmet GÜRKAN, Nurettin BULAK, Abdurrahman YAZGAN, Nazmi ÖKTEM, Bedri DEMİRCİOĞLU, Said KONURALP, Kâmil TEKEREK, Hürrem KUBAT, Nuri BEŞER, Rauf KIRAY, Nihat SU, Hasan ÖLÇEK
AP’YE YÖNELTİLEN ELEŞTİRİLER : Metin TOKER, Akis Dergisi’nde “İktidarda bulunmadığı halde, iktidarı savunmak, ihtilâlden bu yana CHP’ nin en büyük derdini teşkil etmiştir.” Diyor.Çünkü halk, darbeyi CHP’nin yaptırdığına inanıyordu. 150 üyeden oluşan kurucu meclis’ in 50 üyesi CHP’li, 25 üyesi CKMP’ li olmasına, 75’ inin ise değişik kuruluş ve organlardan tayinle gelmiş bulunmasına rağmen, bunların daha çok CHP eğilimli olmaları, Askeri müdahalenin CHP tarafından yaptırıldığına halkı inandırmaya yetmişti. CHP’liler değişik vesilelerle kurucu meclisin kahir ekseriyetinin CHP’ li olduğunu yazmış ve söylemişlerdir. Ayrıca, AP’ nin kuruluşu sırasında “düşükler” ve “kuyruklar” sözleri çok revaçtaydı.
22.Mart.1961             
Türk Silâhlı Kuvvetler Birliği icra komitesi kendi arasında görev taksimi yaptı. Buna göre:  Başkanlığa Akademiler Komutanı General Faruk Gürler, Sekreterliğe Ordu Kurmay Başkanı, Kurmay Yarbay Emin Arat, İstihbarat Şefliğine Radyoevi Müdürü Turan Çağlar getirildi. Silâhlı kuvvetler birliğine yeminle giriliyordu. İstanbul’da kurulan bu teşkilâta, başta Genel Kurmay Başkanı olmak üzere, bütün kuvvet komutanları, çok az isisnayla generaller, albaylar ve diğer küçük rütbeli subaylar girdiler. Bu örgüt daha sonra Ankara’ya ve diğer illere yayılarak genişledi. Örgütün Ankara’da ki merkezi Harpokulu idi. Sıtkı Ulay’ın dediğine göre bir kısım Halk Partililer de cunta ile temas halindeydiler.
24.Mart.1961             
AP Genel Merkezinden açıklama: “...Tek parti hakimiyetinin yeniden baş kaldırması’nı asla kabul etmeyen partimiz, siyasi hayatımızı totaliter rejimlerle yönetmek isteyenlere ve bilhassa kominizme karşı bir teminat olmak azim ve iradesine sahiptir.”
26.Mart.1961             
CHP’nin Yeni Kurulan Partiler hakkında görüş ve düşünceleri yayınlandı: “Bu parti, (AP) kurucularından olan birkaç emekli subay hariç, Demokrat Partinin Ankara ve diğer illerde, feshine kadar mevcut bulunan hiziplerinin yardımıyla kurulmaktadır. Bir hizip bir partiyi tutarsa, diğeri bir başka partiyi tutmaktadır. Anlaşamayan gruplar başka partilere meyletmektedir. Partilerin gerek merkezde, gerekse vilâyetlerdeki teşkilâtı daha ziyade müfrit (!) Demokrat Partililerden kurulmaktadır. Bu suretle partiler, Demokrat Partinin teşkilâtı halinde bulunuyorlar.” Milliyet, 26.Mart.1961  
01.Nisan.1961             27 Mayıs’ ın kuralları çerçevesinde siyasi faaliyet serbest bırakıldı.
12.Nisan.1961            
UNESCO’nun tavsiyesi doğrultusunda Bakanlar Kurulu 12.04.1961 tarih ve 5/1066 sayılı kararname ile “Türk Kültür Dernekleri” adı ile bir dernek kurulmasına karar verdi. Bu dernek, ilk genel kurulunda adını “HALKEVLERİ” olarak değiştirdi. (1963 yılında Halkevleri’ne Bakanlar Kurulu Kararı ile “Kamu Yararına Dernek” ststüsü verildi.)
19.Nisan.1961             Amerika’dan 1 milyon TL yardım almak için bir anlaşma imzalandı.
24.Mayıs.1961            Yeni Seçim Kanunu kabul edildi.
27.Mayıs.1961           
Halkoyuna sunulmak üzere 1961 Anayasası Kurucu Mecliste; 2’ye karşı 260 oyla  kabul edildi. Çekimser kalanlar : Orhan Köprülü ile Yekta Karamüftüoğlu                                 
MBK tarafından yaptırılan Anayasanın dibacesine, “Anayasa ve hukuk dışı tutum ve davranışları ile meşruiyetini kaybetmiş bir iktidara karşı Türk Milleti adına direnme hakkını kullanarak 27 Mayıs devrimi yapılmıştır”  cümlesi konularak, güya meşruiyet ihdası sağlanmaya çalışıldı. Böylece, Anayasa da bile yalan söylemek gereğini duymuşlardı.
08.Haziran.1961         
Korgeneral Cemal Madanoğlu MBK’ dan istifa etti. Dengeler bozuluyor.
Devlet Başkanı Cemal Gürsel, Anayasa’ya “kırmızı oy” vermenin vatana ihanet olduğunu ilân etti. Kırmızı oy propogandası yapanlar tutuklanmaya başladı.
09.Temmuz.1961        
ANAYASA (aleyhte propoganda yasaklanarak) HALK OYUNA SUNULDU. Katılım: % 83 Katılanların % 39.6’sı red oyu kullandı. Katılan 100 vatandaştan ancak  43.4’ ü evet dedi. (CHP mensupları 1961 Anayasasını kendi eserleri olarak takdim ettiler. Propogandalarını buna göre yaptılar ve parti olarak “topluca” EVET oyu verdiler. 14.Temmuz.1961 / Son Havadis) Ancak; Bu şekilde kabul ettirilen Anayasa ilk defa 1972’de kısmen değiştirildi. 1980 yılında da bir başka ihtilâl tarafından ortadan kaldırıldı. Çünkü, Milletin arzu ve eğilimlerine göre yapılmayan anayasaları millete mal etmek mümkün değildir.
12.Temmuz.1961                    Avrupa Türkiye’nin Ortak Pazar’a katılma önerisini reddetti.
19.Temmuz.1961        
İnönü; Basın toplantısı, “Milli Birlik Komitesi gibi hem kanuni, hem manevi mesuliyet altında olan geçici bir idarenin hassasiyetini insaf ile anlamak lâzımdır. Anayasa kabul olunmuş, yakın bir zamanda seçim olacaktır. O zamana kadar huzurun muhafazası, sükunet ve muvaffakiyet ile normal devre girilmesini MBK üyelerinin arzu etmeleri iyi bir işarettir., Bu beyanatları, şiddet tedbirlerine temayül mahiyetinde görmeyiniz. Bunu tavsiye ederim.” (İhtilâlden Sonra İ.İ., S. 68)
20.Temmuz.1961                    ANAYASA resmen yürürlüğe girdi.
21.Temmuz.1961        
Devlet radyolarından “hırsızlar kervanı” adlı programın yayınına başlandı ve hiçbir yargı kararı olmaksızın, sadece Yüksek Soruşturma Kurulu’ca hazırlanan iddianamelere dayanılarak; DP ileri gelenleri aleyhine yalan ve iftira yağdırıldı.  
29.Temmuz.1961        
Adnan Menderes’in oğlu Yüksel Menderes Dışişleri Bakanlığındaki görevinden ayrıldı. YTP’ ye katılarak seçimlerde Aydın’dan aday olacağını söyledi. Derhal tepki, istismarlar ve kınamalar başladı.
01.Eylül.1961             
YTP Genel İdare Kurulu üyesi Profesör Aydın Yalçın, Demokratları övmek ve 27 Mayıs rejimini eleştirmek suçundan İzmir’de tutuklandı.
04.Eylül.1961                          Kurucu Meclis çalışmalarını bitirdi ve süresiz olarak tatile girdi.
05.Eylül.1961             
31 Ağustos’ dan beri Çankaya da yuvarlak masa konferansı yapan parti liderleri ortak bir bildiri yayımladılar. Bu bildiri ve mutabakat metninde şu hususlar yer aldı. (Anlaşma metni)
a) 27 Mayıs devrimini siyasal çıkarlara alet etmemek,
b) Atatürk reformlarını korumak.
c) İslâmiyet’i siyasal çıkar ve amaçlara alet etmemek,
d) Yassıada Mahkemelerinde alınan kararları eleştirmemek ve parti çıkarları için kullanmamak.
e) MBK’ nın seçim siyasetini eleştirmemek,
f) Ülkede bölücülük yaratacak propogandalar yapmamak,
g) Aşırı sola, kominizme, aşırı sağ ve ırkçılığa ve her türlü totaliter sisteme ve ayrıcalığa karşı gelmek.
15.Eylül.1961           
Yassı ada davaları bitti. Kararlar açıklandı. Demokrat Partinin 15 üyesi hakkında ölüm cezası ve 32 üyesi hakkında da müebbet hapis cezası verildiği açıklandı. Diğer DP’ liler 4-15 yıl arasında değişen hapis cezalarına çarptırıldı. Menderes, Zorlu ve Polatkan’ ın idam kararları tasdik edildi. Hukuk iflâs etti. Ebedi sürecek bir utanç tablosu ortaya çıktı. Beklenen olmuş, asilerin alçak ve utanç mahkemesi; Suçun oluşmadığı ortamda en ağır cezalar verilmiş ve “Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor”  biçimindeki dikta ve despotizmin emirleri, adalet ve hukukun utancı olarak yerine getirilmişti.
MİLLİ BİRLİK KOMİTESİ BİLDİRİSİ
Yassı Ada Mahkemesi kararlarının açıklandığı günün sabahı (henüz kararlar açıklanmadan) Milli Birlik Komitesi aşağıdaki bildiriyi yayınladı. Bildiri aynen şöyle:
“Aziz Türk Milleti,
Yassıada duruşmalarının neticelerinin açıklanacağı şu günlerde vatandaş vicdanını bulandıracak ve Milli Birlik Komitesi’nin kanuni otoritesini zedeleyecek mahiyette bazı şâyiaların tereddütsüzce yapılmakta olduğu maalesef müşahade edilmektedir. Büyük Türk Milleti şuna emin olmalıdır ki, Milli Birlik Komitesi 27 Mayıs ruhuna uygun yapmış olduğu yeminin altında kanunlarla sınırlanan yetkilerini vicdani kanaatlerinden başka hiçbir tesire kapılmaksızın memleketin yüksek menfaatlerine en uygun olarak kullanacaktır. Her zaman milletin huzuru için çalışan Milli Birlik Komitesi bu açıklamayı bir vazife bilmektedir.”
Milli Birlik Komitesi’nin bu bildiriyi yayınlamasından bir gün sonra Ulus Gazetesi’nde yer alan “MBK 12 idamı müebbete çevirdi” başlıklı haberde, “Yüksek Adalet Divanınca ölüme mahkum edilen sanıklardan sakıt Reisicumhur Celâl Bayar, sakıt Başbakan Adnan Menderes, sakıt Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve sakıt Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ ın ölüm cezaları 15 Eylül 1961 tarih ve 75 numaralı karar ile tasdik edilmiştir. Ancak, sakıt Reisicumhur Celâl Bayar’ın 65 yaşını bitirmiş olması dolayısıyla cezası müebbet hapse tahvil edilmiştir. Ölüm cezalarına mahkum edilen Refik Koraltan, Agâh Erozan, Ebrahim Kirazoğlu, Ahmet Hamdi Sancar, Nusret Kirişçioğlu, Bahadır Dülger, Emin Kalafat, Baha Akşit, Osman Kavrakoğlu, Zeki Erataman ve Rüştü Erdelhun’ un cezaları da, 15 Eylül 1961 tarih ve 75 sayılı kararla müebbet hapse çevrilmiştir. Yalnız cezaları tasdik edilenlerin, cezaları oy birliği ile verilmiştir. (Ulus Gazetesi, 16 Eylül 1961) 
16.Eylül.1961           
Fatin Rüştü ZORLU ve Hasan POLATKAN alçakça asılarak şehid edildi. Menderes intihara teşebbüs etti. Tedaviye alındı. 
17.Eylül.1961           
Başvekil ADNAN MENDERES hunharca ve haksızca asılarak şehit edildi.                 İnfazlardan sonra AP çok sıkıntılı günler yaşamaya başladı.
O güne kadar AP dışındaki partiler bu konu ile gerekli şekilde ilgilenmedikleri halde, Menderes ve arkadaşlarının idamı AP’ yi karıştırmıştı. Muhalif basın “AP karıştı, istifalar var” diye adeta bayram yapıyordu. Yerlerinden kopup gelen vatandaşlar ve teşkilât mensupları, bu konuda gereken her şeyin yapılmadığı gerekçesiyle, Genel Başkan Ragıp Gümüşpala’ yı ağır bir şekilde eleştiriyorlardı. Aslında, idamlar konusunda tek başına rahmetli Gümüşpala’ yı suçlamanın anlaşılır bir yanı yoktu.  
24.Eylül.1961           
“DÜŞÜK” ve “KUYRUK” ; 27 Mayıs 1960 darbesi sonrasında, “düşük” ve “kuyruk” kavramları bir hakaret, aşağılama ve dışlama ifadesi olarak siyasi literatürümüze sokulmaya çalışılmıştı. DP’ liler ve yakınları bu sıfatlarla anılmış ve adeta yaşama hakkı tanınmaması gereken insanlar olarak görülmüştü. Siyasette bu üslûbu benimseyen ve benimsetmek için var gücüyle çaba sarf eden insanların, daha sonra demokratlığı ve insan hakları savunuculuğunu kimseye bırakmamaları manidardı. O tarihlerde bu gruplarda yer alan Bülent Ecevit, Ulus Gazetesinde çeşitli makaleler yazmış ve “düşük” ve “kuyruk” konusunu sürekli işlemiştir. (Milliyet Gazetesi, 24.Eylül.1961)  
02.Ekim.1961           
Hükümet sağ partileri baskı ve takip altına almaya başladı. Ankara ve Kayseri’de 12 AP’ li gözaltına alındı. AP Genel Başkan Yardımcısının radyo konuşması incelemeye alındı. Gürsel, “Osman Bölükbaşı radyoyu suistimal etmiştir” dedi.  İstanbul’da 3 AP’ li daha tutuklandı. Zeytinoğlu, Gümüşpala’ dan zabıt ve vesikalar talep etti.
15.Ekim.1961           
SEÇİMLER,    
Senato                        : AP, 70 – CHP, 36 – CKMP, 16
Milletvekilliği            : CHP, 173 – AP, 158 – YTP, 65 – CKMP, 54
Bazı (sol) tarihçilere göre; Askeri “ara dönem” sona erdi !?...
17.Ekim.1961            CHP ve MBK’ nın yayın organı Ulus Gazetesi’nde bir yazı ve görüşler :
“Eşit şartlar altında serbest ve dürüst bir seçimle iş başına geldikten sonra siyasi hareketleri bertaraf etme ve iktidarı her ne pahasına olursa olsun devam ettirme gayretine kapılan (DP) Liderlerinin elinde muhalefet yıllarında millete vadettiği hürriyet anlayışından ve demokratik nizamdan zamanla adım adım uzaklaşmış, demokratik nizamın teminatını sağlayan basın, üniversite, adalet cihazı ve amme müesseseleri üzerinde ağır baskılara girişmiş, din duygularını siyasi maksatlarla istismar etmiş, medeni varlığın zaruri temeli olan devrimleri ret ve inkâra yol açmış, partizan tutumu ile vatandaşlar arasında husumet ve nifak yaratan zulmü ve ayrıca sözde cepheler kurmaktan çekinmemiş, bilhassa; 1955’den sonra plânsız, israfçı, enflâsyoncu tutumu ve çeşitli su istimalleriyle memleketin iktisadi ve mali itibarının sarsılmasına de sebep olmuş, milli varlığımız şerefli orduyu siyasi emel ve maksatlara vasıta etmeye kalkışmış, gerek mevzuat ve gerekse tatbikat olarak umumi ve mahalli seçimlerde milli iradenin eşitlik, serbestlik ve emniyet içinde belirlenmesine gittikçe artan bir şekilde engel olmuş, devlet mallarını ve devlet radyosunu parti hizmetlerinde kullanma yolunu tutmuş, sonunda meclis murakabesini dahi işlemez hale getirmiş ve nihayet demokrasinin vazgeçilmez unsurunu teşkil eden muhalefeti açıkça inkâra giden ve demokratik nizama uyma vasıtası olan serbest seçim ümidinin tamamen kaybına (Seçimlere daha bir yıl var iken, böyle bir peşin hükme nasıl varılabiliyordu ?) kadar varan tutum ve davranışları ile gayri meşru bir zulüm ve baskı idaresi haline gelmiş olan bir iktidara karşı Türk milletinin vicdanının yükselen emre uyarak, milletin direnme hakkını kullanan Türk Silâhlı Kuvvetlerinin hiçbir zümre veya siyasi teşekkül lehine olmaksızın (Yalan. Öyle ise, DP dışındaki diğer partiler ve CHP niçin siyasetten men edilmedi. Başkan ve Milletvekilleri neden Yassı adaya tıkılıp sorgulanmadı ?) gerçekleştirmiş bulunduğu 27 Mayıs ihtilâlinin siyasi maksatlarla her ne surette olursa olsun istismarına müsaade edemeyeceğimizi kesin olarak beyan ve bu itibarla yıktığı ve milli vicdanın mahkum ettiği Demokrat Partiyi ve O’nu temsile ve devam ettirmeye teşebbüs mahiyetindeki her türlü davranışı şiddetle reddederiz.”
Dönem itibarıyla; CHP’nin yayın organı ULUS Gazetesi ile İsmet İnönü’nün damadı Metin Toker tarafından yayınlanan AKİS Dergisinin, MBK’nin her karar ve icraatına canla başla sahip çıkıp, tıpkı “sahibinin sesi” gibi yayınladıkları ve tam bir tahrik ve tahkir makyajı içinde sundukları görülür. Nitekim, fazla değil sadece 21 yıl sonra 1961 Anayasası tamamen rafa kaldırılmış ve 27 Mayıs tasarruflarının ve idamların ülke için hiçbir olumlu sonuç vermediği açıkça ortaya çıkmış ve iyice anlaşılmıştır. 
18.Ekim.1961           
Cemal GÜRSEL, Cumhurbaşkanlığı için aday olacağını açıkladı ve “memleketi bu halde ve bu şartlar altında bırakmam doğru olmaz” dedi.
20.Ekim.1961           
Cemal Gürsel, bütün siyasi parti yetkililerini Çankaya’da toplayarak, hükümetin kuruluş şekli ve Meclisin açılabilmesi için şartlarını ortaya sürdü. O şartların başında  şular yer alıyordu :
1. Cumhurbaşkanlığına Cemal Gürsel’in Seçilmesi,
2. CHP ile AP’ nin koalisyon Hükümeti Kurması,
3. Demokrat Partililerin Affının İstenmemesi,
4. Eminsu’ ların Orduya Dönmesi,
5. 147’lerin Üniversiteye Dönmesi.
6. Milli Birlik Komitesi Üyelerinin kaydıhayat şartıyla tabii Senatör olmaları.Zamanı idarelerinde uygulamalar hakkında kesinlikle yargıya baş vurulmaması.
7. Milli Güvenlik Kurulunun kurulması ve Genel Kurmay Başkanlığının tekrar Cumhurbaşkanlığına bağlanması. Bu şartlar, ister istemez bütün parti liderleri tarafından kabul edildi.
21.Ekim.1961           
Cuntacılar “21 Ekim Protokolünü” imzaladılar. / Askeri Cunta (Türk Silâhlı Kuvvetler Birliği)  bu gün saat: 14.30’da toplanmış, Milli Birlik Komitesi tarafından oluşturulan Kurucu Meclis’ in yapmış olduğu ve halk oylamasından geçmiş, Resmi Gazete de yayımlanmış Anayasa’ ya ve Seçim Kanunlarına dayanarak kendi hükümetinin zamanı ve idaresinde yapılmış bir seçime rağmen, duruma müdahale etmek için aşağıdaki, usul, şekil ve surette kararlar almışlardır.
21.EKİM.1961 PROTOKOLÜ / HARP AKADEMİSİ ZABIT VARAKASI :
1. Türk Silâhlı Kuvvetleri mensupları “aşağıda açık imzaları bulunan” komutanlar ile 21 Ekim 1961 günü toplanmışlar ve gündemlerinde mevcut olan konuları müşterek müzakere etmişler ve ittifakla aşağıdaki kararı almışlardır. Buna göre;
a) TSK 15 Ekim 1961 günü yapılmış olan seçimden sonra gelecek Yeni TBMM toplanmadan evvel fiilen duruma müdahale edecektir.
b)  İhtilâli milletin hakiki ve ehliyetli mümessillerine tevdi edecektir.
c) Bütün siyasi partiler faaliyetten men edilecek, seçim neticeleri ile Milli Birlik Komitesi fesh edilecektir.
d) Bu kararın tatbiki 25 Ekim 1961’ den sonraki bir güne tehir edilmeyecektir.
2. İş bu zabıt varakası üç nüsha olarak tanzim edilmiş ve bütün üyeler tarafından imza edilmiştir. 21.Ekim.1961, Saat: 18.00
GENERALLER: Korgeneral Refik Tulga, Tümgeneral Fikret Esen, Tümgeneral Rafet Ülgenalp, Tümamiral Bahattin Özülker, Tuğgeneral Faruk Gürler, Tümamiral Celâl Eyiceoğlu, Tuğgeneral Yusuf Alpansu, Tuğgeneral Faruk Güventürk, Tuğamiral Kemal Kayacan, Tuğgeneral Muhsin Batur, Tuğamiral İsmail Aktulga,
ALBAYLAR: Behçet Özdemir, Doğan Özgöçmen, Suat Aktulga, Namık Kemal Ersun, Burhan Hüroğlu, Halim Kural, Recai Baturalp, Mehmet Bora, Emin Aytekin, Vecihi Akın, Ferit Erdoğan, Necati İşcan, Turan Çağlar, Fikret Köknar, Rıfat Eranulu, Cemal Baykan, Cemal Öcal, Bülent Tarkan, Zarif Çetindağ, Celal Ugan, Bedrettin Demirel, Vahit Gürkan, Şerafettin Olcay, Emin Alpkaya, Ahmet Germez, Necati Ogan, Tâlat Aydemir, Talât Turan. Not: Bu protokol Korgeneral Cemal Tural dahil 38 General ve Subay tarafından imza edilmiştir.
23.Ekim.1961           
Gürsel parti liderleri ile MBK’ da hükümetle görüştü. Kuvvet komutanları de bir toplantı yaptılar.
24.Ekim.1961           
Parti Başkanları, komutanlar önünde bir protokol imzalamak suretiyle, ileri sürülen ve ortaya konulan bütün şartlara uyacaklarını kabul ve taahhüt etti.
25. Ekim.1961          
Yeni, iki kademeli Meclis açıldı. İsmet İNÖNÜ Başkanlığında ilk toplantısını yaptı. 9. turda TBMM Başkanlığına CHP Rize Milletvekili Fuat SİRMEN 227 oyla; Cumhuriyet Senatosu Başkanlığına ise, 28.10.1961 günü Kayseri Bağımsız Senatörü Suat Hayri ÜRGÜPLÜ seçildi.(20.Ekim.1961 tarihli ve Cemal Gürsel’ in parti liderlerine imzalattırdığı protokol basına açıklandı.)
25.Ekim.1961           
20 EKİM PROTOKOLÜ : Askeri müdahaleden vazgeçilip siyasi parti başkanlarına zorla bir protokol imzalatıldı. Buna göre, Cemal Gürsel Cumhurbaşkanlığı için tek aday olacak, DP’ lilerin affı asla gündeme getirilmeyecek ve 27 Mayıs kesinlikle eleştirilmeyecek.
26.Ekim.1961           
Cemal GÜRSEL 607 oyun 434’ünü alarak (7.) Cumhurbaşkanı seçildi. (Adalet Partisi adayı  Ali Fuat BAŞGİL istifa ettirilmiştir. )
20.Kasım.1961         
VIII. (1.) İNÖNÜ HÜKÜMETİ ( 20.Kasım.1961 – 25.Haziran.1962 ) Koalisyon
20.Kasım.1961                      
Hükümet kuruldu. CHP-AP koalisyonu. İnönü 77 yaşında Başbakan.
Ana hatları ile hükümet protokolü:
1. 27 Mayıs devrimini siyasi çıkarlara alet etmemek,
2. Atatürk reformlarını korumak,
3. İslâmiyeti siyasi amaçlara alet etmemek,
4. Yassıada mahkemelerinde alınan kararları eleştirmemek ve parti çıkarları için kullanmamak,
5. Ülkede bölücülük yaratacak politikalar yapmamak,
6. Aşırı sola, kominizme ve aşırı sağa, ırkçılığa, her türlü totaliter sisteme ve ayrıcalığa karşı çıkmak,
7. Dış Siyaset konularında birlik,
8. Af meselesi üzerinde durmamak., Bunlardan bir kısmı AP açısından kendini inkâr anlamını taşıyordu.
İNÖNÜ; “Eğer bu koalisyonu yapmasaydık, yani yani yalnız başına CHP iktidarda olsaydı vatandaşlar arasında husumet çok artardı. Lâkin birinci koalisyon sayesinde, vatandaşlar arasındaki düşmanlık evvelâ sureta (görünüşte) fakat kısa bir zaman sonra, esaslı surette azalmıştır. Şimdi dikkat edin, bütün partiler, bizimle ayrı koalisyon yapmayı istemektedirler. Yeni yapılacak koalisyonda da hususi maksatlar güdülür, gene aldatılmamız hali devam ederse bille zararı yok... göstereceğimiz iyi niyetle memleketi selâmete çıkarırız. Ne kadar muvaffak olursak o kadar kazançtır.” (Giritlioğlu, Türk Siyasi Tarihinde Cumhuriyet Halk Partisinin Mevkii, İkinci Cilt, s. 322)
30.Kasım.1961         
19 aylık bir süreden sonra Ankara ve İstanbul’da sıkıyönetim kaldırıldı.
31.Aralık.1961         
İstanbul’da 10.000 işçi bir gösteri yürüyüşü yaptı. Toplu İş Sözleşmesi ve grev hakkı istendi. Açlık, yokluk ve pahalılık protesto edildi.
09.Şubat.1961          
“9 Şubat Protokolü” Bu gün, İstanbul’da, Jandarma Tugayında İstanbul Valisi General Refik Tulga Başkanlığı altında “Türk Silâhlı Kuvvetler Birliği” tarafından bir toplantı yapıldı. Toplantıya Ankara grubu adına Dündar Seyhan katıldı. Hazır olan 54 general ve yüksek rütbeli subay müştereken bir karar alarak hep birlikte altını imzaladılar. Alınan kararlar:
1. Türk Silâhlı Kuvvetler Birliği, hiyerarşik nizama uygun olarak, iktidara el koyacaktır.
2. Harekât için Hava Kuvvetlerinin muvafakatının alınması şarttır.
3. Harekât, 28 Şubat’a kadar olan müddet içinde icra edilecektir.
İki nüsha olarak hazırlanan ve her iki nüshası da hazır bulunan 54 subay tarafından imzalanan bu vesika “9 Şubat Protokolü” olarak anılacaktır. 
10.Şubat.1962                        AP Grubunda ilk defa DP’lilerin Af Konusu gündeme geldi.
18.Şubat.1961          
9 Şubatçılar bölündü. Genel Kurmay Başkanı Cevdet Sunay ile Hava Kuvvetleri Komutanı General İrfan Tansel darbeye rıza göstermediler. Albaylar cuntası lideri Talât Aydemir ise; “Kendisine tarihin, ağır ve sorumlu bir vazife yüklemiş olduğuna inanıyor ve Türkiye’yi ancak kendisinin kurtarabileceği fikrini değişmez bir şekilde benimsemiş bulunuyordu” bu inanç ve psikoloji ile faaliyetini sürdürdü.
22.Şubat.1962          
Talat AYDEMİR başarısız bir ihtilal girişiminde bulundu. 24 Şubat günü Talat AYDEMİR ve 73 arkadaşı emekliye sevk edildi. Hükümet tarafından 22 Şubatçılar hakkında soruşturma yapılmaması teminatı verildi. (10 Mayıs 1962 tarih ve 50 sayılı kanun) “Asker kişiler tarafından 22-23 Şubat 1962 olayları dolayısı ile veya daha evvel bu olaylara esas teşkil edebilecek mahiyette işlenen fiil ve hareketler için ceza kovuşturması yapılmaması hakkında kanun” Bu kanun İnönü’nün talimat ve baskısı sonucu kabul edildi. (Böylece, önemli mevkilerdeki bazı kişilerin adının karışabileceği ve birçok politik soruna yol açabilecek uzun bir yargılama sürecine ve ‘çok önemli skandallara’ engel olundu; Toker, Demokrasimizin İsmet Paşalı Yılları, 1961-1965 s.102) Aynı sürede tartışılmaya başlanan DP’ lilerin affına İnönü karşı çıktı. AP’ de huzursuzluk başladı. Ayrıca, 22 Nisan 1962’de İnönü önderliğinde Meclisten bir af yasası çıkartılarak, Aydemir ve subay arkadaşlarının tekrar orduya dönmeleri sağlandı. (Age.,)
03.Mart.1962           
Tedbir Kanunu TBMM’de kabul edilerek Cumhuriyet Senatosuna sevk edildi.
05.Mart.1962           
Tedbirler Kanunu Cumhuriyet Senatosunda kabul edilerek, onay için gönderildi.
07.Mart.1962           
AP içerisinde, DP’lilere af ve Talât Aydemir ve arkadaşlarına sağlanan avantajlar konusunda huzursuzluk ve anlaşmazlık had safhaya ulaştı. Grup “ılımlı” ve “hışımlılar” ile “müfrit” ve “mutediller” olarak bölündü. Sonuçta; Kurucu Merkez İdare Kurulu üyesi Mehmet Yorgancıoğlu, Tahsin Demiray, Ahmet Gürkan, Mehmet Turgut, Gökhan Evliyaoğlu ve Mehmet Ali Aytaş paşa AP’ den ihraç edildi. Gerilim iyice tırmanmaya başladı.
01.Haziran.1962       
38 Sayılı “Anayasa Nizamını, Milli Güvenlik ve Huzuru Bozan Bazı Fiiller Hakkında Kanun” halk tarafından bilinen adıyla; Tedbirler Kanunu çıkartılarak; Demokrat Parti lehine her türlü yazı, söz, eylem ve beyanat yasaklandı. Aksine hareket edenlere bir yıla kadar hapis cezası getirildi. DP aleyhine her şey serbest ?! Önerge ve yasalaşan metnin altında AP’ nin imzası var. Kanun 27 Mayıs olayının sisler içinde bırakılmasının başta gelen sebebidir. Böylece, DP hakkında olumlu konuşmayı yasaklayan bu kanun, kaldırılmasından sonra bile Demokrat Partiden bahsetmek isteyenleri dahi suskun bırakmıştır. Bu suskunluğa karşılık, 27 Mayıs yandaşı basında ise mesnetsiz, asılsız iddialar günümüze kadar devam ede gelmektedir. 
01.Haziran.1962     
Tedbirler Kanunu nedeniyle yaşana gerginlik koalisyonun dağılmasına neden oldu. Parti grupları arasında yapılan barış ve hükümeti sürdürme çabaları sonuç vermeyince, 20.Kasım.1961 de “zoraki” olarak kurdurulan AP-CHP koalisyon hükümeti istifa etmek zorunda kaldı. İstifa Cumhurbaşkanında bekletiliyor. Aynı gün Cemal Gürsel; “29 Ekim 1962 tarihine kadar af çıkacaktır” açıklamasını yaptı. Bu açıklama üzerine İnönü Gürsel’e karşı tavır aldı. Hemen ertesi gün vaki olan görüşmede Gürsel, İnönü’ye; “Silâhla Anayasa’yı ihlâl edeni af ediyorsunuz. Parmakla Anayasa’yı ihlâl edeni af etmiyorsunuz.”  Deyince İnönü cevaben; “Ordu zorla politikaya girmiştir. Fakat çıkmaktadır. Bu af kanunundan ziyade tedbirdir. Fakat, bundan sonra ceza veririz.” Gürsel, DP’lilerin affı meselesinde ısrarlıydı. İnönü’ye; “Meclis tatilinden önce af çıksın.” Dedi. Bundan sonra aralarında şu konuşmalar geçti: 
İnönü: Taahhüt edemem. 1962 yılı içinde bu işi yapmaya çalışacağım.
Gürsel: Neden sakınıyorsun?
İnönü: Hiçbir şeyden çekinmiyorum.
Gürsel: Neden bekliyorsun?
İnönü: Birçok tedbirler aldım. Onların neticesini beklemek zorundayım.
Gürsel: Şu halde tedbirlerine güvenmiyorsun.
İnönü: Siyasi alandaki tedbirler riyaziyedeki gibi, iki kere iki dört eder mahiyetinde olamaz.  
Meselâ iyi muamele edersin, adam uslanır. İyi muamele edersin adam azıtır. Onun için tedbirlerimin sonunu müşahade etmek zorundayım. (M. Hekimoğlu, 27 Mayıs’ın Romanı, 1975 s.26 / Giritlioğlu, Türk Siyasi Tarihinde CHP’nin Mevkii, İkinci Cilt, s. 297-298)
06.Haziran.1962       
AP Genel İdare Kurulu yenilendi. Ilımlılar tarafından Genel Başkana bir muhtıra verilerek, “yürütülen yanlış politikalar eleştirildi” Muhtıra 15 Senatör ve 49 Milletvekili tarafından imzalandı. AP’ de bölünme bekleniyor. 
13.Haziran.1962       
İnönü; 27 Mayıs’ın “BAYRAM” olarak kutlanmasına ilişkin olarak TBMM’ne bir kanun teklifi verdi. Tasarı,Genel Kurula 3.Nisan.1963 tarihinde geldi ve kabul edildi. 9.Nisan.1963 günü de Cumhuriyet senatosunda onaylanarak yürürlüğe girdi.
24.Haziran.1962       
İnönü, Af Kanunu tartışmaları’nın hükümeti çalışamaz hale getirdiği gerekçesiyle istifa etti
25.Haziran.1962       
IV. (2.) İNÖNÜ HÜKÜMETİ ( 25.Haziran.1962 – 25.Aralık.1963 ) Koalisyon,
Koalisyon ortakları : CHP – YTP  ve CKMP ile Bağımsızlar.  
24.Eylül.1962           
CHP Sözcüsü Avni DOĞAN : “İhtilâli biz yapmadık. Ama, biz hazırladık. Bu sebeple, milletin, ihtilali CHP’ye atfetmesinde biraz da hakkı vardır.” ULUS Gazetesi / 24.09.1962
02.Ekim.1962           
Demokrat Partilileri affetme girişimleri nedeniyle, AP’ ye karşı protesto gösterileri ve nümayişler başladı ve Genel Merkez saldırıya uğradı. Emniyet kuvvetleri saldırıya karşı ilgisiz kaldı. Milletvekili ve Senatörler tarafından “saldırı olayı” şiddetle kınandı.
12.Ekim.1962           
72 Sayılı Kanunla, (siyasi hakların iadesi hariç olmak üzere) Demokrat Partililere “Kısmi Af” çıkartılarak, ceza evlerinden tahliye edilip evlerine dönmeleri sağlandı.
18.Ekim.1962           
Kısmi Af. Demokrat Parti Milletvekillerinin çoğu Kayseri’de tahliye oldu.
30.Kasım.1962         
AP, Birinci Büyük Kongresi toplandı. Ragıp Gümüşpala Genel Başkan, Süleyman Demirel Genel Başkan Yardımcısı ve Seçim İşleri Başkanı. Dr. Sadettin Bilgiç Propoganda Başkanı. Kongrede “Milli Hakimiyet Yemini” yapıldı. Ayrıca kongrede “Demirel’in” masonluk konusu gündeme getirildi. Demirel’in Masonluk belgesi ilk defa bu kongrede delegelere dağıtıldı.
11 Aralık 1962         
Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği Kuruldu.
17.Aralık.1962         
CHP kaynıyor. Muhaliflere hitaben İnönü : “Arkadaşlarım, size hürmetim bakidir, aranızda en son arkadaşınız olarak ömrümün sonuna kadar çalışmakla şeref duyarım. Amma emanetinizi bu kayıtlar altında taşımam” derim.. “Kabul ederseniz beraber çalışırız. Kabul etmezseniz, geçerim aranıza otururum. Yeni genel başkanı seçeriz.” (İnönü, İhtilâlden Sonra İsmet İnönü, 1960-1961, s.77-78)
20.Şubat.1963          
İnönü; Siyasi af konusunda konuştu : “Siyasi affın görüşülmesine mani olan başlıca unsur; Siyasi affın başlıca bir konu olarak istismar edilmesi, tahrik vasıtası yapılmasıdır.” (İİ TBMM Konuşmaları, s. 110) Aynı konuşmasında devamla, “Tahrikler devam ettiği müddetçe bu meseleyi görüşmeyeceğiz. Ben, memleketin muhtaç olduğu meseleleri ve dertleri lâyık olduğu ölçüden daha geniş müsamaha ile, daha çok iyilik getirecek ölçüleri tercih ederek, tatbik etmek istidadında olan bir insanım Hiçbir zaman Meclisin ve mebusların teşebbüsü ile, partilerin teşebbüsü ile bir siyasi hat tayin edilecek ve aklımızın ermediği, onun mesuliyetini almak için kendimizde hak ve takat görmediğimiz zaman o mesuliyeti bize yüklemeye hiçbir kuvvet kâfi gelmez.” (Age., / Kemal H. Karpat, Social Groups and the Political System after, 1960, Social Change and Politics Turkey. A. Structural –historical Analysis, KP ve diğerleri 1973, s.257-258)
18.Mart.1963           
3. Cumhurbaşkanı ve Demokrat Parti kurucu Genel Başkanı Celâl BAYAR, Cumhurbaşkanı tarafından affedildi. 23.Mart.1963 günü Kayseri ceza evinden çıktı. Bir AP heyeti tarafından törenle karşılandı. Bayar, Ankara’ya geniş güvenlik tedbirleri altında geldi. Olaylar çıktı. AP Genel Merkezi saldırıya uğradı.   
22.Mart.1963           
3. Cumhurbaşkanı ve DP Kurucu Genel Başkanı Celâl Bayar sağlık nedeni ile tahliye olarak Ankara’ya gitti. Nümayişçiler AP genel merkezine tekrar saldırdılar.
02.Nisan.1963          
DR. SADETTİN BİLGİÇ’İN EVİNDE YAŞANANLAR ve Süleyman Demirel.
AP genel merkezine vaki sürekli saldırılar, artan gerilim ve yükselen tansiyon AP teşkilâtı ve üst yönetiminde moral bozukluğuna yol açıyor ve gerginlik-yılgınlık yaratıyordu. İşte, böyle olaylı ve sıkıntılı geçen 01.Nisan.1963 gününden sonra 02.Nisan.1963 günü sabaha karşı saat 5.00’de Dr. Sadettin Bilgiç, Süleyman Demirel ve Dr. Faruk Sükan, Sadettin Bilgiç’in evine gelirler. Kapıyı, sabah namazına kalkmış olan Sadettin Bilgiç’in babası açar. Demirel, kapıdan girer girmez, hiçbir yerde konuşulmadı halde; “-Amca bi partiyi kapatmaya karar verdik. Elli sene daha bu memlekette demokrasi olmaz” der. Baba önce gelenleri içeri davet eder ve “Buyrun siz yorgunsunuz. Birer kahve için de konuşalım” diye cevap verir. İçeri girerler. Kahveler gelir. Baba, Süleyman Demirel’e  aynen şöyle konuşur : “Partiyi siz mi kurdunuz ki kapatacaksınız ? Partiyi kurucular kurmaz. Millet benimserse parti kurulmuş olur. Gelişir. Parti Büyük Kongresini yapmıştır. Kapattım demekle kapanmaz” dedi ve devamla; “İhtilâli yapan adam Cumhurbaşkanı, yaptıran adam Başbakan olacak. Siz de, sözüm ona iktidara namzet partinin yetkilileri olacaksınız. Bunu çelik çomak oynamak mı zannettiniz ! Bunların hepsi olacak ve olacakları da haddi azamisi olmuştur. Bundan sonra bir şey olmaz. Birer duş aldıktan sonra gidin işinize.” Hiç kimseden bir cevap gelmeyince de sözlerini şu cümle ile noktalar: “Sadettin vazifeye devam etmezse bu evde oturamaz. Ev benim derse, ben bu evde oturamam.” Yine kimseden ses çıkmaz ve herkes kendi evine gider. Ancak, aynı gün toplanması gereken Temsilciler Meclisine Demirel; “Bu memlekette elli yıl daha demokrasi olmaz” biçiminde haber gönderir ve toplantıya katılmaz (!?)
Aynı gün toplantıda Demirel müstafi sayılarak yeni görev taksimi cihetine gidilir.                
09.Nisan.1963          
27 MAYIS BAYRAM İLAN EDİLDİ. (CHP’nin teklifi ile..) Kanun No: 2379
NOT: 27 Mayıs bayramı, 12 Eylül 1980’den sonra, Milli Güvenlik Konseyi Üyesi Orgeneral Sedat CELÂSUN’ un teklifi doğrultusunda; 17 Mart 1981 tarih ve 44 sayılı oturumda görüşülerek ret ve iptal edilerek kaldırıldı. Sonradan; (12 Eylül 1990 tarihli Hürriyet) Milli Güvenlik Konseyi Başkanı Sayın Kenan EVREN, Celâlettin ÇETİN ile yaptığı mülâkatta şöyle diyor: “Bir bayram yapıldığı zaman milletçe kutlanmalıdır. Örneğin Cumhuriyet Bayramı diyoruz, milletçe kutluyoruz, Otuz Ağustos diyoruz, gene hepimiz can ve gönülden kutluyoruz. Ama, 27 Mayıs’ı kutlayamaz olduk, yalandan kutlar gibi görünüyorduk..”   
21.Mayıs.1963           
Talat Aydemir, Fethi Gürcan, Alpaslan Türkeş ve arkadaşlarının 2.ihtilal teşebbüsü. Aygemir’ e bağlı birlikler Ankara’nın merkezi yerlerini tuttu. Radyoevini ele geçirerek İlhan Baş tarafından devrim bildirileri okutuldu. Gece yarısından itibaren Hükümet birlikleri harekete geçerek sabaha karşı duruma hakim oldu. Teşebbüs bastırıldı. İhtilâlciler tutuklanarak Mamak Muhabere Okulundaki sıkıyönetim mahkemesi tarafından yargılandılar. Aydemir ve Gürcan hakkında verilen idam cezası infaz edildi. Türkeş ve arkadaşları beraat ederek tahliye oldular.
İNÖNÜ; Bugün yapılan (ikinci) başarısız darbe girişiminin ardından ise, İnönü derin üzüntüsünü şu sözlerle dile getiriyordu : “Şerefsiz sergüzeştçiler (maceraperestler) yüzünden bu topraklarda medeni ve demokratik nizamın davacısı olanların yüreklerinde açılan yara büyüktür.” 
21.Mayıs.1963                        Celâl BAYAR tekrar Kayseri Cezaevine gönderildi.
12.Eylül.1963                          Türkiye, o zamanki adıyla Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ile işbirliği anlaşması / protokolü imzaladı. (Ankara Anlaşması)        
17.Kasım.1963       
Askeri darbeden sivil idareye geçtikten sonra yapılan ilk “Mahalli Seçimler”
AP, % 45.36 – CHP, % 36.21 – CKMP, % 2.98 – YTP, % 6.54 – MP, % 3.18 – TİP, % 0.36 – Bağımsızlar,  % 5.40  ( 1961’e göre;  AP (+1) 0.56 –  CHP  (-) 0.49 – CKMP, (-) 11.02 ) CHP+Bağımsızlar
02.Ocak.1964         
Milli Gelir: fert başına 200 Dolar, “AP Meclis Grup Başkan Vekillerinden Balıkesir Millet vekili Cihat Bigehan’ın konuşmasından”
02.Ocak.1964         
İnönü; (Mecliste Kıbrıs’la ilgili olarak yaptığı konuşma) “Büyük Meclise arz edeyim ki, ben bu toplantıya gelmeden önce, bütün parti liderlerini topladım. Kıbrıs meselesi hakkında cereyan eden hadiseleri, takip ettiğimiz politika ve istikbal için ihtimalleri hûlusla ve tafsilâtıyla arz ettim. Umumi efkâr önünde sorumlu bir adamın ve sorumlu parti liderlerinin açıkça münakaşa edemiyecekleri her konuyu görüştük. (İİ, TBMM Konuşmalar, 1961-1973, s. 182)   
04.Mart.1964           
KIBRIS Davası Kaybedildi. Başbakan İsmet İNÖNÜ’ nün azınlık CHP Hükümeti; Garanti antlaşmasından doğan hakkını kullanmadığı ve (dolayısı ile) askeri müdahale görevini yerine getirmediği için, Birleşmiş Milletler Barış Gücünden medet ummuş ve 4 Mart 1964 tarihinde katil Papaz Makarios’ un Hükümetinin “Meşru Hükümet” olduğunu kabul ve tescil etmiştir. Çoğu zaman unutulan bu önemli gerçek, Türk ve Kuzey Kıbrıs kamuoyunun dikkatine önemle arz olunur.
04.Haziran.1964        AP Genel Başkanı Ragıp Gümüşpala (Paşa) İstanbul’da vefat etti.
07.Haziran.1964       
Cumhuriyet Senatosu Kısmi Yenileme Seçimleri yapıldı.
SONUÇ: AP, % 50.30 – CHP, % 40.80 – CKMP, % 3.00 – YTP, % 3.50 Bağımsızlar: % 2.30..,   51 Senatörlükten  31’ini AP., 19’unu CHP kazandı, 1’ini bağımsız aldı. 
12.Haziran.1964       
AP temsilciler meclisi toplandı. Genel Başkan Vekilliği Süleyman Demirel’e teklif edildi. Kabul etmeyince Dr. Sadettin Bilgiç Genel Başkan Vekili seçildi.
18.Haziran.1964       
AP Genel Merkezine; Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel tarafından 4-193 sayılı bir mektup gönderilerek; “Hükümet aleyhine vaki davranışların önlenmesi ve ülkeyi yeni bir buhrana sürüklemekten şiddetle kaçınılması ve bu meyanda gerekli parti içi önlemlerin alınması” talep olundu.   
27 Haziran 1964                      Fethi GÜRCAN idam edildi.
05 Temmuz 1964                    Talat AYDEMİR idam edildi.
Adalet Partisi
(1961-1980, 19 Aralık 1992 & 1995 – 2009)
Adalet Partisi (AP), 1961-1980 yılları arasında faaliyet göstermiş merkez sağ ve liberal görüşlü bir siyasi partidir. 1965-1971 yılları arasında tek başına, 1970'li yılların büyük bölümünde ise koalisyonlarda ülke yönetiminde söz sahibi olmuş olan parti 12 Eylül sonrasında 1980 yılında diğer siyasi partilerle birlikte kapatıldı. Adalet Partisi, Parti içinde birçok eski DP'li politikacı bulunmaktaydı. AP özellikle idamların ardından oluşan toplumsal tepkiyi iyi bir şekilde değerlendirdi. Bu Demokrat Parti seçmen tabanının büyük bir kısmının AP'yi tutmasını sağladı. Adalet Partisi Türk siyasal hayatında asıl çıkışını ise 1964’de Süleyman Demirel’in genel başkan seçilmesiyle yapmıştır.
Siyasi yelpazede merkez sağda bulunan Adalet Partisi; piyasa ekonomisini benimsemiş, kalkınmacılığı ve büyümeyi hedef almıştı. Toplumsal ilişkilerde dinsel öge ve yapıları kollamakla birlikte temelde laik bir partiydi. Muhafazakâr ve liberal çevrelerin merkezine oturabilmişti. Ancak bu 1970’teki bölünmeyle son buldu ve İslamcı ve liberal kanat partiden koptu. Buna rağmen Adalet Partisi’nin hem kırsal hem de kentsel alanlarda etkinliği sürmüştür.
27 Mayıs Darbesi'ni yapan Silâhlı Kuvvetler; Demokrat Parti'nin birçok yönetici ve milletvekilini Yassıada'da toplamış, partiyi kapatmış, 16 Eylül 1961'de Hasan Polatkan ile Fatin Rüştü Zorlu'yu ve 17 Eylül 1961'de ise Adnan Menderes'i idam ettirmişti. Adalet Partisi, kapatılan Demokrat Parti'nin (DP) ardılı olarak, böyle bir ortamda siyaset sahnesine çıktı. Tahsin Demiray, Ethem Menemencioğlu, Mehmet Yorgancıoğlu, Muhtar Yazır, Nemci Ökten, Cevdet Perin, Emin Acar ve Kâmuran Evliyaoğlu gibi Demokrat Parti'nin bazı eski üyeleri ile 27 Mayısçılarla görüş ayrılığına düşen emekli Orgeneral Ragıp Gümüşpala ve Şinasi Osma, Halit Ağca ve Dr. İhsan Önal gibi çeşitli kişiler, 11 Şubat 1961'de bir dilekçe vererek Adalet Partisi'ni kurdular. Milli Birlik Komitesi (MBK) tarafından siyasi partilerin "demokrat" adını kullanması yasaklandığından, partiye Adalet Partisi adı verildi.
AP, kurulduğu yıl içerisinde 61 ilde teşkilatını tamamlayıp 15 Ekim 1961 seçimlerine katıldı ve %34,8 oy toplayarak 450 üyeli TBMM'de 158 milletvekilliği, 150 üyeli Cumhuriyet Senatosu'nda ise 70 senatörlük aldı. Seçim sonuçları neticesinde, birinci parti olarak çıkan Cumhuriyet Halk Partisi'nin genel başkanı İsmet İnönü liderliğinde Cumhuriyet tarihinin ilk koalisyon hükümeti olan CHP-AP koalisyonu kuruldu. 24 Mart 1963'te Celal Bayar Kayseri Hapishane'sinden sağlık nedenleri ile tahliye edilmesi ve Ankara sokaklarında AP'lilerce karşılanması çeşitli gençlik örgütleri ve subaylardan oluşan bir grubun Celâl Bayar 'ın evini, Adalet Partisi genel merkezini, Son Havadis ve Yeni İstanbul gazetelerinin Ankara Bürolarını tahrip etmesiyle sonuçlandı.
AP genel başkanı Ragıp Gümüşpala'nın 6 Haziran 1964'teki vefatının ardından geçici genel başkan Sadettin Bilgiç, 27-29 Kasım 1964 tarihlerinde düzenlenen büyük kongrede görevini  Süleyman Demirel’e devretti. Süleyman Demirel liderliğindeki Adalet Partisi 1965'te İsmet İnönü başbakanlığındaki Cumhuriyet Halk Partisi hükümetini düşürdü. Henüz milletvekili olmayan Demirel 1965 seçimlerinde Adalet Partisi'ni birinci parti yaptı ve meclise oyların % 52.9 olan 4.921.236 oyla 240 milletvekili seçtirdi. Senatoya ise Adalet Partisi'nden 97 senatör seçildi. Bu sonuçlarla I. Demirel hükümeti kuruldu. 1969'da partinin oy oranı düştüyse de 1965 seçimlerinde geçerli olan Milli Bakiye Sistemi yerini d'Hont Sistemi'ne bıraktığından Adalet Partisi'nin milletvekili sayısı arttı. Böylece AP, 1969 seçimlerinde oyların %46,5'ini almasına rağmen parlamentoya 256 milletvekili soktu.
Süleyman Demirel, Cavit Şadi Pehlivanoğlu ve Türkiye Odalar Birliği Delegasyonu 1970 yılının Şubat ayı bütçe görüşmelerinde, partili bazı milletvekilleri ve senatörler bütçeye ret oyu vererek II. Demirel hükümetini düşürdüler. Bunlardan 41 kişi partiden ayrılarak Ferruh Bozbeyli başkanlığında Demokratik Parti'yi kurdular.
60'lı yılların sonuna yaklaşılırken tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de sağ-sol çatışmaları, öğrenci hareketleri, işçi mitingleri ve Amerikan aleyhtarlığı artmıştı. Kısa bir süre sonra, Türk Silâhlı Kuvvetleri 12 Mart 1971 muhtırasıyla Süleyman Demirel'i başbakanlıktan uzaklaştırdı ve Adalet Partisi'ni iktidardan düşürdü.
Adalet Partisi'nin yükselişi 14 Ekim 1973 seçimlerinde durdu. Bu seçimlerde CHP  birinci parti olarak 185 milletvekili çıkarırken; AP'nin oy oranı %29,76'ya, milletvekili sayısı 149'a, senatör sayısı da 22'ye indi. Bu düşüş’ün nedeni:, CHP'nin yükselişi olduğu kadar, Adalet Partisi'nden kopan Demokratik Parti ve Milli Selâmet Partisi gibi küçük partilerin sağ oyları bölmesi idi... Seçimlerin ardından CHP-MSP koalisyonu kuruldu, KIBRIS davasıyla bu hükümet itibar topladı, ancak Bülent Ecevit erken seçime gitmek üzere ayrılınca hükümeti kurma görevi Adalet Partisi'ne kaldı. Adalet Partisi yanına MSP, Cumhuriyetçi Güven Partisi (Turhan Feyzioğlu) ve Milliyetçi Hareket Partisi 'ni alarak Milliyetçi Cephe'yi oluşturdu.
1975-1977 yılları Milliyetçi Cephe ile geçti. 1977 erken seçimleri de siyasal görünümü değiştirmedi. Kimse tek başına iktidar olamadı. CHP azınlık hükümeti kuruldu. Güvenoyu alamayınca, Adalet Partisi II. Milliyetçi Cephe'yi kurdu. Ancak 1977 sonunda hükümet gensoruyla düşürüldü. Siyaset istikrarsızlığı, terör, dış baskılar, iktisadi gerileme ve hayat pahalılığı son haddindeydi. 1979 sonunda Adalet Partisi eski ortakların parlamento desteğiyle azınlık hükümeti kurmuşken 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle perde kapandı. Parti diğer siyasi partilerle birlikte 16 Ekim 1981 tarihinde resmen feshedilmiştir.
Adalet Partisi, Demokrat Parti'nin mirasçısı olduğunu her zaman vurguladı, hatta ilk seçimlerde eski Demokrat Parti'lileri partiye aday gösterdi. Milliyetçi, sağcı ve muhafazakâr  bir partiydi, sağa kaymış, aşırı akımları desteklediği için liberallerce eleştirilmiş ve ikiye bölünmüştü. Partiye önceleri oy veren tarikat ve tekkeler sonradan MSP'ne yönelmişti.
Partiyi yıpratan Milliyetçi Cephe dönemi olmuştu. Milliyetçi Cephe Adalet Partisi-MSP VE MHP ittifakıydı ve bir askeri darbeyi daha hazırlamıştı. 12 Eylül darbesi geldi ve bütün siyasi partiler kapatıldı.
19 Haziran 1992 tarihinde kabul edilen 3821 sayılı Kanun ile daha önce kapatılmış olan Siyasi Partilerin, aynı ad, rumuz, amblem, rozet ve benzeri işaretleri kullanarak yeniden açılmasına müsaade edildi.
Bunun üzerine Adalet Partisi Büyük Kongresi Dr. Sadettin Bilgiç’in öncülüğünde 19 Aralık 1992 tarihinde Ankara Atatürk Spor Salonunda toplandı. Bu Kongre Partinin son genel Başkanı Süleyman Demirel ile 1965 den beri onun en büyük rakibi Genel Başkan Yardımcısı Teşkilat Başkanı Sadettin Bilgiç arasındaki rekabetin son raunduna sahne olmuştur.
Sadettin Bilgiç, Eski Bolu Milletvekili Müfit Bayraktar öncülüğündeki bir grup eski AP milletvekili Adalet Partisinin Kimliğinin devam ettirilmesi yolunda bir cepheyi Doğruyol Partisi Genel Başkanı ve Başbakan Süleyman Demirel'e karşı cephe açtı.
Katılan delegelerin ezici bir çoğunluğunun kararı ile Adalet Partisi Mevcut bulunan ve İktidarı elinde bulunduran Doğru Yol Partisine katılma kararı alarak tüm mal varlığı borç ve alacakları ile DYP ye katılmıştır. Geleneksel olarak aynı partinin devamı olan Büyük Türkiye Partisi askerlerce kapatıldıktan sonra kurulan Doğru Yol Partisi aynı çizgiyi izledi. Bu suretle Selanik Sokak'ta bulunan 5 katlı AP genel merkez binası da dâhil olmak üzere birçok mal Doğru Yol Partisi'nin oldu.
Adalet Partisi, isminin tescil edilmesi ve saklanması için 11 Nisan 1995 tarihinde; Adalet Partisinin 1980 öncesi son Ankara İl Başkanı Bülent Şimşek Özçelik’in girişimleri sonucu yeniden açılmıştır. 26 Kasım 2009'a kadar faaliyet göstermesine karşın, seçimlere katılma yeterliliğine sahip olmadığı için “hiçbir seçime katılmayarak” sadece tabela partisi olarak kalmıştır. 26 Kasım 2009’da kapanan Adalet Partisi’nin son genel başkanlığını Avukat. Bülent Şimşek Özçelik yapmıştır. (Vikipedi, özgür ansiklopedi)