Türkiye – İsrail ilişkilerinde durum
MİCHAEL
ALFANDARİ, FRANSA
Golda Meir’e atfedilen ünlü bir
cümle vardır: “Musa Peygamber, bizlere bula bula Ortadoğu’da hiç petrolün
bulunmadığı tek yeri buldu”. Meir, zamanında haklıydı, ancak 2010 yılında
İsrail açıklarında çok önemli doğal gaz kaynakları bulunduğundan beri durum epey
değişti. İşte bu doğal gaz, Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerde önemli
bir etken oluşturacak nitelikte.
- AKP döneminden önce ortak çıkarlara dayanan ilişkiler
Son yılların ikili ilişkilerine
“Mavi Marmara’dan önce” ve “Mavi Marmara’dan sonra” diye bakmak gerekir. Mavi
Marmara öncesinde, kabaca iki dönemden söz edebiliriz: 1949 – 2002 ve 2002 –
2010 dönemleri (1949 Türkiye’nin İsrail devletini tanıdığı yıl, 2002 AKP’nin
iktidara geldiği yıldır). Bu iki dönemden birincisinde, ilişkiler her nekadar –
genellikle İsrail - Arap anlaşmazlığına bağlı olarak – inişli çıkışlı olsa
bile, hiçbir zaman, bu yöndeki Arap baskılarina karşın, kopma noktasına
gelmemiştir (1). Türkiye, Batı ittifakının ve NATO’nun önemli bir üyesidir ve
İsrail ile ilişkileri ortak çıkarlara dayanmaktadır. Bu dönemde yer alan iki
önemli gelişme, ortak çıkarların ne olduklarını net bir şekilde göstermektedir:
Ağustos 1958’de Ankara’da İsrail başbakanı Ben-Gurion ile Türkiye başbakanı
Menderes iki ülke arasında istihbarat paylaşımını öngören gizli bir anlaşma
imzalarlar. 1979 yılına kadar İran’ı da kapsayan bu anlaşma özellikle Suriye ve
Irak’a – 1993’ten itibaren de İran’a – ilişkin istihbarat bilgilerinin
paylaşılmasını ve Türk ekiplerine İsrail tarafından eğitim verilmesini
sağlamıştır. Eylül 1995’te ise İsrail’li pilotların Türk hava sahasında manevra
egzersizleri yapmalarını ve Türkiye-Suriye sınırında inceleme uçuşları
sırasında toplanan bilgilerin paylaşılmasını öngören bir askeri anlaşma
imzalanır. İstihbarat ve askeri alanlarda İsrail ile iyi ilişkiler, Türkiye’ye
ABD’deki İsrail yanlısı lobi örgütlerinin desteğini kazandırmıştır.
- AKP dönemi ve Erdoğan’ın giderek artan saldırgan söylemi
2002’den itibaren, bir yandan
sivil, diğer yandan askeri olmak üzere iki farklı eğilim gözlemliyoruz. Sivil
alanda, AKP lideri Erdoğan, seçimlerden sonraki ilk bildirilerinde İsrail ile
ilişkileri geliştirmeye devam edeceğine söz verir. Ancak aradan çok geçmeden
İsrail’e karşı önce eleştirel ve giderek artan saldırgan bir söylem benimsemeye
başlar. Hamas lideri Şeyh Ahmed Yasin’in 2004’te öldürülmesini “İsrail devlet
terörü” olarak niteler. 2006’da Filistin seçimlerinin ardından Hamas
liderlerinden birini Ankara’da kabul eder. 2008’de Gazze’deDökme Kurşun operasyonunun
ardından “Ortadoğu’da barışa en büyük tehdidin İsrail” olduğunu belirtir. Son
olarak da, Ocak 2009’da Davos’ta Dünya Ekonomik Forumu’nda İsrail Cumhurbaşkanı
Şimon Peres’e karşı ünlü “One minute” çıkışıyla, İsrail’i “çocuk öldürmeyi iyi
bilmek”le suçlar. Bununla birlikte askeri alanda – ve bu arada bakanlıklar
düzeyindeki ikili ilişkilerde – temaslar “normal olarak” devam eder: Örneğin,
2000’li yılların başında Israel Aircraft Industries (İsrail Uçak Sanayii) Türk
F-4 ve F-5 jetlerinin yenilenmesini öngören çok önemli bir anlaşmaya imza atar.
Eylül 2007’de ise İsrail’in Suriye’deki askeri bir tesise karşı hava saldırısı
bir sorun olmaksızın Türk hava sahasından geçer.
- Mavi Marmara olayıyla ilişkilerde
en düşük noktaya geliniyor
Mayıs 2010’un sonunda, aralarında
Mavi Marmara’nın da bulunduğu altı gemiden oluşan bir filo Gazze ablukasını
delmek amacıyla Türkiye’den yola çıkar. Mavi Marmara’ya İsrailli komandolar
tarafından yapilan müdahele sırasında gemideki dokuz Türk eylemci hayatını
kaybeder. Olay üzerine Türk hükümeti İsrail’deki elçisini geri çeker, sonradan
da (2) İsrail elçisi Ankara’dan kovulur ve diplomatik ilişkiler ikinci katip
düzeyine indirilir. Türkiye, ilişkilerin normale dönmesi için İsrail‘den üç
talepte bulunur: Özür, ölenlerin ailelerine tazminat ve Gazze ablukasının –
Birleşmiş Milletler tarafından uluslararası hukuğa uygun bulunmasına karşın –
kaldırılması. İsrail bu talepleri reddeder, ölenler için üzüntü duyduğunu,
askerlerin meşru müdafaa durumunda hareket ettiklerini belirtir. 2011’de,
birkaç milyar doları bulan savunma sanayii anlaşmaları durdurulur ve son olarak
Türk hükümeti operasyona katılan İsrail’liler ve komutanları aleyhinde dava
açar. Erdoğan, İsrail ile yaşanan bu krizden 2011 ile 2013 yılları arasında had
safhada yararlanır ve “İsrail’e kafa tutmayı beceren Müslüman lider” imajını
başarıyla geliştirir. Bu da kendisinin Arap halkları nezdinde son derece
popüler hale gelmesini sağlar.
- ABD’yi sinirlendirmeye başlayan
bir durum ve ikili görüşmelere dönüş
İki ülke arasındaki gerilim,
bölgedeki başlıca iki müttefiğinin daha fazla istikrarsızlık yaratmasını
istemeyen ABD’yi sinirlendirir. Mart 2013’te Başkan Obama’nın İsrail’e yaptığı
ziyaret sırasında Netanyahu dokuz Türk’ün ölümünden dolayı Erdoğan’dan telefonda
özür diler. İsrail’in resmi bildirisinde şunlar belirtilir: “Başbakan Netanyahu
can kaybına yol açan hatalardan dolayı Türk halkından özür diler, aileler için
tazminat anlaşması yapılmasını kabul eder”. Bu özür, İsrail açısından oldukça
önemli – ve ülke içinde tartışmalara yol açan – bir adım oluşturuyordu ve
Türkiye’nin İsrail’liler aleyhine açılan davalardan vazgeçmesi beklentisiyle
alınmış bir karardı. Ne var ki sonuçta bu beklenti gerçekleşmeyince, ilişkiler
de düzelmedi. Sonunda ikili görüşmeler Aralık 2013’te tekrar başladı. Şubat
2014’ten itibaren İsrail ve Türk basınında görüşmelere konu olan tazminat
rakamları hakkında, 20 ya da 23 milyon dolar üzerinde anlaşmaya varıldığı
haberi verildi (3). 9 Şubat’ta Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu televizyonda
“İsrail ile ilişkilerin normale yakın” olduğunu belirtti (4). Ayrıca Mısır’ın
Gazze sınırını kapatmasıyla, İsrail ablukasının fiili olarak kaldırıldığını,
örtük olarak da olsa, kabul etti. Bu gelişmeler, resmi bir anlaşmaya
varılmasının bir gün meselesi olduğu beklentisini yarattı.
Ancak bu bildiriden 48 saat sonra
Erdoğan basına yaptığı bir açıklamada, ilişkilerin normalleşmesi için Gazze
ablukasının tamamen kaldırılması gerektiğini bildirdi (5). Bunun üzerine İsrail
basınında da – daha önceden anlaşmayı kabul ettiği belirtilen – Netanyahu’nun
sonuçta anlaşmayı
kabul etmediği haberi çıktı.
Kararsızlık gibi görünen bu
gelişmelerin, aslında iki tarafın iç politika hesaplarıyla ilintili olduğu
açık. Bu, özellikle Türk tarafı için geçerli. Gerçekten de, Erdoğan’ı bekleyen
üç önemli tarih var: 30 Mart’ta (AKP’nin kazandığı) belediye seçimleri, bu
senenin Ağustos ayındaki Cumhurbaşkanlığı seçimi ve 2015’teki genel seçimler.
İsrail’e karşı saldırgan söylem, kendi popülerliği açısından her zaman kazançlı
bir taktik olduğundan, Erdoğan’ın ikili ilişkilerin 30 Mart’tan önce
normalleşmesini politik bir risk olarak değerlendirmiş olduğunu düşünebiliriz.
İsrail tarafı da daha fazla taviz vererek Erdoğan’a bir hediye sunmak durumunda
olmadığından, bu tarihten önce bir anlaşmaya varılmamış olmasını normal
karşılamak gerekir.
Ne var ki, iki tarafın diplomatlarının
çalışmaya devam ettiği biliniyor ve tarafların seçimlerden sonra çok
beklemeyeceklerini savunan irdelemeler mevcut (6). Ayrıca geçenlerde
Netanyahu’nun enerji ve güvenlik temsilcisi ve Mossad’ın eski başkan yardımcısı
David Meidan’ın, seçimlerden sonra ilişkilerin normalleşmesini görüşmek üzere
24 Mart’ta Ankara’ya gizli bir ziyarette bulunduğu haberi de iki ülke basınına
sızdı (7).
Gözlemcilerin büyük çoğunluğuna
bakılırsa, ilişkilerin normalleşmesinin, en azından diplomatik yalnızlıklarını
azaltmak açısından, her iki tarafın da yararına olacağı ortaya çıkıyor. Türk
tarafı için geçerli dört neden söz konusu:
1. Türkiye bölgedeki geleneksel tarafsızlık politikasından
vazgeçip Sünni yanlısı politikaları benimseyeli beri (Mısır’da Müslüman
Kardeşler’e ve Mursi’ye destek, Gazze’de Hamas’a destek, Suriye’de Sünni
muhalefete destek), Mısır, Suriye, Irak ve İran ile ilişkileri bozuldu.
Türkiye’nin yalnızlığı, Mart sonu Kahire’de düzenlenen İslam İşleri Yüksek
Konseyi toplantısına davet edilmemesiyle daha görünür hale geldi. Bazı
yorumculara göre (8), Suudi Arabistan, ABD’nin de yardımıyla, Suriye’de
“ılımlı” bir muhalefeti destekler görünmek, Türkiye’yi ise “aşırı” grupları
destekleyen bir ülke olarak göstermek çabasında. Bu çabaların arkasında, Suudi’lerin
Vahabi İslam’ı ile Türklerin “demokratik” İslam’ı arasındaki daha derin bir
rekabeti görmek mümkün.
2. İsrail’in de katıldığı bölgesel NATO manevralarına
Türkiye’nin katılmayı reddetmesi, ülkeyi askeri alanda da yalnızlaştırmış
durumda.
3. Ermeni konusudan dolayı Türkiye’nin ABD ile,
özellikle de Amerikan Kongresi’yle, daha iyi ilişkilere ihtiyacı var (9).
4. Türkiye, bölgeye yaptığı ihracat için, Irak ve Suriye
sınırlarındaki güvenlik sorunları yüzünden, Hayfa limanına bağımlı hale geldi.
Ancak, tüm bu etkenlerden daha da
ağır basan bir etken, İsrail’in doğal gazı olabilir.
5. İsrail doğal gazının “kazan – kazan”
potansiyeli?
Öncelikle aşağıdaki altı gözlemle
başlayalım.
1. 2010 yılında Hayfa açıklarında keşfedilen Leviathan
doğal gaz alanı, İsrail enerji tarihinin en önemli keşfi olarak kabul ediliyor.
Rezervlerin, İsrail’in 70 yıllık doğal gaz ihtiyacını karşılayabileceği tahmin
ediliyor (10) (daha alt katmanlarda bulunan petrolü hesaba katmadan). İsrail’in
enerji tüketiminin yaklaşık %40’ını oluşturan doğal gaz, petrol ve kömürden çok
daha “temiz” bir kaynak.
2. Haziran 2013’te İsrail Leviathan rezervlerinin
yarısına yakın bir miktarını ihracata ayırmaya karar verdi (11). O tarihten
itibaren, doğal gazın kime ve nasıl ihraç edileceği sorusu ön plana çıktı.
3. En önemli doğal gaz taleplerine bakıldığında (12)
Avrupa Birliği, Türkiye ve Uzakdoğu ülkeleri öne çıkıyor. Uzakdoğu’ya ihracat,
İsrail gazının sıvılaştırılmasını ve deniz yoluyla taşınmasını gerektirir ki
bunun için iki yol söz konusu: Süveyş kanalı veya Eilat limanı. Ancak bu
yolların her ikisi de sorunludur. Sorunlar, birincisinde Mısır’daki siyasi
istikrarsızlıktan, ikincisinde turizmle geçinen Eilat’ı bir doğal gaz ihracat
platformuna dönüştürmenin zorluğundan kaynaklanmaktadır. Bu durumda geriye
Türkiye ve AB ülkeleri kalıyor. AB ülkeleri, genel olarak Rus gazına
bağımlılıklarını azaltmak eğilimindeler (özellikle Ukrayna krizinden beri).
Enerji ihtiyaçları her yıl %4-5 oranında artan Türkiye ise, doğal gazının
%60’ını sağlayan Rusya’ya olan bağımlılığını özellikle – ve AB ülkelerinden
daha fazla – azaltmak ihtiyacında. Ayrıca Türkiye Rus gazının 1000 m³’ünü 442
dolara satın alırken, İsrail gazı için sözü geçen fiyat 350 dolar civarında,
yani %21 oranında daha düşük (13).
4. Türkiye Avrupa’ya enerji taşımacılığında da önemli
bir rol oynamak istiyor. Aralık 2013’te imzalanmış bir anlaşmayla, 2018’den
itibaren Azerbaycan (Şah Deniz yatağı) doğal gazı Gürcistan ve Türkiye yoluyla
Yunanistan’a, Bulgaristan’a, Arnavutluk’a ve İtalya’ya boru hattıyla taşınacak
(14). Bu yolla, hem Rus doğal gazına hem İran doğal gazına ilginç bir
alternatif yaratılmış olacak.
5. İsrail doğal gazının ihracatı için en ekonomik yol,
Leviathan’ı Türkiye’nin güney kıyısına bağlayacak bir denizaltı boru hattıdır.
Bu hat daha sonra Avrupa’ya Azerbaycan doğal gazını taşıması öngörülen boru
hattına bağlanabilir. Bu boru hattının maliyeti 3 milyar dolar civarında.
İsrail için Avrupa pazarlarına alternatif bir ulaşım yolu ise Kıbrıs’ta bir
doğal gaz sıvılaştırma fabrikası kurulması. Ancak böyle bir fabrikanın maliyeti
10-12 milyar dolar civarında (15).
Leviathan’ı işleten konsorsiyumun
(Noble Energy, Delek ve Avner Oil ortaklığı) en az 4 Türk şirketiyle (Turcas,
Zorlu, Çalık ve Enka) temasta olduğu biliniyor. Son haftalarda, ortaklığın boru
hattının inşaatı için teklif çağrısına yanıt olarak gelen Türk tekliflerinin
incelenmekte olduğu haberi iletildi (16).
6. Leviathan’dan Türkiye’nin güney kıyısına bir boru
hattı döşenecekse, bu hat zorunlu olarak Kıbrıs karasularından geçecek (teknik
olarak İsrail’le halen savaş halinde olan Lübnan’ın ve Suriye’nin
karasularından geçmek söz konusu olmadığı sürece). Ne var ki Kıbrıs 1974
yılından (adayı Yunanistan’a bağlamayı amaçlayan bir darbeye tepki olarak
yapılan Kıbrıs Harekatı’ndan) beri ikiye bölünmüş bir ülkedir. Rum ve Türk
tarafları anlaşmadıkça, İsrail ile (Güney) Kıbrıs arasında bir anlaşma
yapılması söz konusu olamaz (17). İşte bu nedenle ABD’nin de baskısıyla Şubat
2014’te iki tarafın arasında kapsamlı bir anlaşmaya varılması amacıyla tekrar
görüşmelere başlandı.
Bu altı gözlemden aşağıdaki
irdelemeye varmak mümkün.
Bölgede “ispatlanmış” rezervlere
sahip olan tek ülke olarak, İsrail güçlü pozisyondadır.
Ekonomik açıdan bakıldığında
İsrail’in Türkiye ve Kıbrıs’la anlaşmasının, sonrasında da anlaşmanın ilgilenen
AB ülkelerine genişletilmesinin, hem İsrail ve Türkiye için, hem de AB’ye olan
borçlarını ödeyebilmek için paraya ihtiyacı olan Kıbrıs için bir “kazan-kazan”
senaryosu oluşturduğu açık. Doğalgaz tedariklerini – fiyatını da düşürerek –
çeşitlendirecek AB ülkeleri için de bir “kazan-kazan” durumu söz konusu. Son olarak,
Rusya ile gerginliğin artmakta olduğu şu zamanlarda bölgedeki müttefiklerinin
istikrara katkıda bulunmaları ABD’nin de yararınadır.
Görüldüğü gibi, bu “kazan-kazan”
senaryolarının gerçekleşmesi Kıbrıs’ta iki taraf arasında varılacak bir
anlaşmaya bağlıdır. Böyle bir anlaşma, ek olarak, NATO üyeleri Türkiye ve
Yunanistan arasındaki gerginliğin giderilmesi ve Türkiye ile Avrupa Birliği
arasındaki gerginliğin azaltılması gibi göz ardı edilemeyecek avantajlar da
sağlayacaktır.
Ancak sözkonusu Ortadoğu olunca,
olumsuz senaryoların her zaman göz önünde bulunması gerektiğini de biliyoruz.
Örneğin, Kıbrıs’ta görüşmeler başarısızlıkla sonuçlanabilir; İsrail ile Lübnan
arasında “münhasır ekonomik bölge” olarak adlandırılan “ekonomik suların”
tartışmalı sınırlarında çatışma çıkabilir (18); bölgedeki kuvvetler dengesini
bozabilecek bir silahlanma yarışına gidilebilir (İsrail donanmasının doğal gaz
rezervlerini koruyabilmek için güçlenmekte olduğu şu sıralarda, Türkiye’nin de
Aralık 2013’te İspanya’ya bir milyar Dolar karşılığında bir uçak gemisi
ısmarladığını biliyoruz) (19). Özetle, riskler göz ardı edilemez.
Sonuçta sorulması gereken soru
şudur: Türkiye ve İsrail’in ortak ekonomik çıkarlarının gerektirdiği
pragmatizm, liderler düzeyindeki güven eksikliğinin üstesinden gelebilecek mi?
Bu soruya iyimser bir cevap iki nedenle mümkün gözüküyor: 1. İsrail, Ürdün ve
Filistin Özerk Yönetimi ile “bile” bağlayıcı doğal gaz anlaşmalarına imza atmış
durumda. 2. Son aylarda güvenlik alanında ortaya çıkan yeni bir etken, iki
tarafı da reel-politik’e, yani pragmatizme, itecek nitelikte: hem
Türkiye’yi hem de İsrail’i tehdit eden Suriye’li cihatçı terör riski.
Son olarak, İsrail’de Mart ayında
düzenlenen bir kamuoyu araştırmasına göre İsrail halkının %73,8’i Ortadoğu’daki
gelişmelerden dolayı Türkiye ile “ilişkilerin iyileştirilmesinin önemli olduğu”
görüşünde (20). (Benzer bir Türk kamuoyu araştırmasını bulmak mümkün olmadı.)
6. Kriz sırasında ekonomik ilişkiler ve
turizm
Savunma sanayii anlaşmaları ve
turizm dışında, iki ülke arasındaki ticaret son yıllarda yaşanan kriz
durumundan etkilenmedi. Aksine, ticaret hacmi ilerledi. Gerçekten de, 2010
yılında iki ülke arasındaki ticaret hacmi 3,5 milyar Dolar’ken, bu rakam 2013
yılında 5,1 milyar Dolar’a yükseldi. 2013 yılının sonunda Türkiye İsrail’in
6’ncı en büyük ihracat durağı oldu (21).
Turizm sektörü ise Mavi Marmara
olayından önemli derecede etkilendi: 2008 yılında Türkiye’ye 560.000’den fazla
İsrail’li turist (her 13 İsrail’liden biri) tatile gelmişken, bu rakam 2012
yılında 84.000’e indi. Ancak, 2013 yılının ortasından itibaren rakamların
yükselmesiyle eğilim değişmeye başladı (her nekadar rakamlar 2010 yılı
öncesinden oldukça düşükseler de) (22). Son aylarda, İsrail işçi sendikaları
Türkiye’ye seyahat boykotuna son verdiklerini bildirdiler (İsrail’de
sendikaların iç ve dış turizmi teşvikte önemli rolleri bulunuyor). İsrail
basınında çıkan bir habere göre bu sene Pesah (Hamursuz) bayramı için
Türkiye’ye rezervasyonlar geçen seneye oranla %100 artmış bulunuyor (23).
Tel-Aviv’in Ben Gurion Havalimanında Türk Hava Yolları’nın El-Al’dan sonra en
fazla yolcu taşıyan havayolu olduğunu biliyoruz. Son olarak, El-Al’in bu yaz
Türkiye seferlerine tekrar başlayacağı haberi Türk ve İsrail basınında duyuruldu.
El-Al altı sene önce güvenlikle ilgili sorunlardan dolayı Türkiye’ye uçuşlarını
durdurmuştu (24).
***
(1) Efraim İnbar, The
Resilience of Israeli-Turkish Relations (İsrail-Türkiye İlişkilerinin
Esnekliği), sayfa 591: http://www.biu.ac.il/SOC/besa/efraim
inbar/Oct2005.pdf
(2) Eylül 2011’de Birleşmiş
Milletler’in Palmer Raporu’nun Gazze ablukasını yasal bulması
üzerine
(3) http://www.lexpress.fr/actualite/monde/proche-moyen-orient/flottille-pour-gaza-israel-offrirait-20-millions-de-dollars-a-la-turquie_1319728.html vehttp://www.haaretz.com/news/diplomacy-defense/.premium-1.573975
(7) http://www.i24news.tv/fr/actu/international/moyen-orient/140327-israel-laissera-la-turquie-batir-un-hopital-a-gaza vehttp://www.radikal.com.tr/turkiye/israil
turkiye iliskilerinde yumusama sinyali-1183390
(8) Turkey sidelined by its
Arab Spring policies (Türkiye’nin Arap Baharı politikaları sonucunda
dışlanması): http://www.al-monitor.com/pulse/politics/2014/03/turkey-arab-spring-syria-policies-sidelined.
html#
(9) Türk Musevi Cemaati
yetkililerinin, İsrail’in ve ABD’deki İsrail yanlısı lobi örgütlerinin Ermeni
sorununa ilişkin rolleri hakkında, Bkz. Laurent – Olivier Mallet : La
Turquie, les Turcs et les Juifs (Türkiye, Türkler ve Museviler), İsis
Yayınları, İstanbul, 2008. Sayfa 415-429
(10) Le
bassin du Levant et Israël - une nouvelle donne gėopolitique ?(Doğu Akdeniz
Havzası ve İsrail – yeni bir jeopolitik olgu mu?)http://www.voltairenet.org/article174058
(11) Gisements
de gaz israėliens : le début d’une révolution (İsrail doğal gaz kaynakları: bir
devrimin başlangıcı): http://siliconwadi.fr/8191/le-gaz-en-israel ve Les
Dividendes pour la paix du gaz israélien (İsrail doğal gazının
barış getirisi): http://www.lemonde.fr/idees/article/2013/08/07/les-dividendes-pour-la-paix-du-gaz-israelien
3458664 3232.html
(12) İsrail’in
2014 yılının başında doğalgaz ihracatı anlaşmaları imzaladığı Filistin Özerk
Yönetimi’nin ve Ürdün’ün dışında
(13) İsrail
gazı 2017’de Türkiye’ye geliyor:http://haber.gazetevatan.com/israil-gazi-2017de-turkiyeye-geliyor/610737/2/Ekonomi
(14) Gas
Politics After Ukraine (Ukrayna’dan sonra doğalgaz politikaları):http://www.foreignaffairs.com/print/137540 vehttp://fr.euronews.com/2013/12/17/le-gaz-de-shah-deniz-ii-l-accord-d-investissement-ouvre-la-voie-des-livraisons-/
(15) Chypre
: la paix en échange de l’exploitation du gaz en Méditerranée ? (Kıbrıs:
Akdeniz’de doğal gaz karşılığında barış?):http://www.rtbf.be/info/economie/detail chypre-la-paix-en-echange-de-l-exploitation-du-gaz-en-mediterranee?id=8203693
ve İsrail gaza geliyor:http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/25831745.asp
(16) 10
bids for Leviathan export tender to Turkey (Türkiye’ye Leviathan ihracatı için
10 ihale): http://www.globes.co.il/en/article-10-bids-for-leviathan-export-tender-to-turkey-1000926526
(17) Uluslararası
deniz hukukuna göre, petrol ve gazın bulunduğu bölgeyle ilgili herhangi bir
siyasi sorunun bulunmaması gerekir:http://ekonomi.haberturk.com/makro-ekonomi/haber/125470-akdenizi-karistiracak-kesif ve
daha kapsamlı bilgi için: http://www.ankarastrateji.org/yazar/prof-dr-ercument-tezcan/kibris-adasi-aciklarinda-petrol-ve-dogalgaz-arama-faaliyetleri-kapsaminda-ortaya-cikan-krizin-hukuki-ve-siyasi-boyutlari/
(18) Lübnan
– İsrail karasuları anlaşmazlığı: http://www.salom.com.tr/newsdetails.asp?id=85241
(19) Turkey’s
new carrier alters eastern Mediterranean security and energy calculus
(Türkiye’nin yeni uçak gemisi Doğu Akdeniz’de güvenlik ve enerji hesaplarını
değiştiriyor): http://www.ipost.com/Opinion/Op-Ed-Contributors/Turkeys-new-carrier-alters-eastern-Mediterranean-energy-and-security-calculus-340352
(20) 30-31
Mart 2014 tarihlerinde Tel Aviv Üniversitesi’ne bağlı Evens Merkezi’nin
gerçekleştirdiği kamuoyu araştırması
(21) La
Turquie pourrait redevenir la destination favorite des touristes
israéliens (Türkiye tekrar İsrail’li turistlerin bir numaralı tercihi
olabilir):http://www.israel-infos.net/article.php?id=10075
(22) http:// www.israel-infos.net/article.php?id=10075vehttp://www.ynetnews.com/articles/0,7340,L-4413532,00.html
(24) http://www.airporthaber.com/havacilik-haberleri/el-al-turkiye-ucuslarina-tekrar-basliyor.html ve http://www.jpost.com/National-News/Israeli-airlines-to-resume-flights-to-Turkey-after-six-year-hiatus-335391
YAZAR HAKKINDA:
İstanbul’da doğup çok dilli bir ailede büyüdüm ve önce New
York’a sonra da Paris‘e olmak üzere iki kez göç ettim. Bu göçler
sayesinde, hem “yabancı” (Amerikan, Fransız, “Batı”) kültürleri içeriden
tanıma, hem de kendi kültürlerime dışarıdan bakma fırsatını buldum.
Columbia Üniversitesi’nde endüstri mühendisliği yüksek
lisansıyla başlayan sekiz senelik New York hayatım, bir demokraside
halkın iyi bilgilenmesinin ve kaliteli bir gazeteciliğin önemini yakından
gözlemleme fırsatı da oldu.
Yaklaşık 20 sene önce Paris’e yerleştim ve halen büyük bir
Fransız şirketinde operasyonel risk yönetiminden sorumluyum.
Son yıllarda, hem dernek bağlamında konferans
organizasyonları, hem de kişisel bağlamda yazdığım yazılarla edindiğim
tecrübelere dayanarak blog yazarlığı yapmaya başladım.
www.alfandar.fr blogumda, dört
kültürlü bir toplum gözlemcisi olarak, yazılı
basınını düzenli olarak takip ettiğim Türkiye, İsrail, ABD ve Fransa’daki
gelişmelerle ve bu ülkelerin “kendine has”lıklarıyla ile ilgili yeni
perspektifleri paylaşmayı amaçlıyorum.
RAFAEL
SADI
[hasturktv] 20/05/14 Türkiye – İsrail ilişkilerinde durum MİCHAEL ALFANDARİ -HASTURKTV.COM_Rafael Sadi arvisadi2@gmail.com [hasturktv]_
Posted
by: Rafael Sadi <arvisadi2@gmail.com>