4 Kasım 2013 Pazartesi

BİR BİLİM VE KÜLTÜR ELÇİSİ; ABD & OYA BAIN

TURKISHNY'da OYA BAİN İLE MÜLÂKAT     
PERŞEMBE, 17 EKIM 2013 05:05 AM



ABD'de ATAA ve çeşitli Türk derneklerinde görev alan, Türk Amerikan toplumunun aktif isimlerinden Oya Bain ile 60'lı yıllardan bugüne Türk Amerikan toplumunun gelişimi, sosyal yapısı, siyasi eğilimleri, ATAA'nın faaliyetleri, Amerikan halkının Türkiye ve Türk toplumuna bakışı ve ABD'de Türkiye'yi ilgilendiren siyasi gelişmelere ilişkin detaylı bir mülakat gerçekleştirdik.
Turkishny.com: Oya Hanım, ABD’deki Türk toplumunun en aktif üyelerinden biri olarak, ATAA bünyesinde gerçekleştirdiğiniz çalışmalar ve Türk Amerikan toplumuna yıllardır süren katkılarınız ile tanınmaktasınız. Yine de  okurlarımıza kendinizi kısaca tanıtır mısınız?
Oya Bain: Önce ilginiz ve bana yer verdiğiniz için TurkishNY'a çok teşekkür ediyorum. Bu mülakatta şahsi fikirlerimi ifade edeceğim. ATAA veya başka bir dernek adına konuşmuyorum.
Amerika’ya 1960 yılında Fulbright bursu ile biyokimya okumaya geldim. İlk geldiğim seneler yoğun akademik çalışmayla geçti. Derecemi aldıktan sonra 1964 yılında evlendim ve Klinik Patoloji alanında çalışmaya başladım. Eşimin de alanı kimyaydı. 1960-66 arası Kanada ve Amerika’nın Batı eyaletlerindeydim. Bu bölgelerde Türk sayısı azdı. Fakat Amerikalıların ve Kanadalıların Türklere ve Türkiye’ye merakı çoktu. Türkiye’ye bakışları genel olarak müspetti. Türkiye hakkında arkadaş ortamlarında konuşmalar yapıyordum. Gazetelerde Türkiye hakkında çok az haber çıkardı. 1966'da eşimin (Kimya Profesörü) işi dolayısıyla St. Louis civarına taşındık. Kariyer geliştirme, çocuk büyütme faaliyetleri içinde yoğun bir hayatımız vardı.
St Louis'de ufak fakat faal bir Türk toplumu vardı. Hemen her hafta sonu aileler toplanıyordu. Bayramları büyük bir zevkle kutluyorduk. Kore harbi 1953'de bitmişti. Türklerin Kore harbinde gösterdiği cesaret ve üstün savaş kabiliyeti Amerikalıları etkilemişti. Bir de Walter Cronkite'in 1958 yılında Atatürk hakkında yaptığı "The Incredible Türk" belgeseli Amerikalıların aklındaydı.
O sıralarda Türkiye çok partili sisteme geçmiş, demokrasinin memlekete yerleşme sancıları sürüyordu. Ekonomik bakımdan zayıftı. Piyasada birçok eşya yoktu. Türkiye dışına dolar çıkartmak kısıtlıydı. Şahsen kendimi Türkiye’ye dönmediğim için suçlu hissederdim. O senelerde Amerika’ya gelen Türkler profesyonel yani "white collar" dediğimiz gruplardandı. Mühendis ve doktor ağırlıklıydı. Hepimizde hemen aynı his vardı. Toplandığımız zaman konularımız Türkiye’de olup bitenlerdi.
Kıbrıs problemi 60'larda başlamış ve gittikçe kötüleşmeye yüz tutmuştu. Türklere büyük haksızlıklar ve terör olayları yapılmaya başlamıştı. Amerika’da bunlardan bahsedilmezdi. Yunanlı sayısı Türklerden çok daha fazlaydı, medya ve politikada çok etkindiler. 1964 yılında Başkan Johnson'un Başbakan İnönü’ye yazdığı mektupta Amerika’daki Yunanlıların yoğun baskı kampanyasının büyük rolü vardı. Mektup Haziran'da yazılmıştı, Johnson'un Kasım’da Başkanlık seçimi vardı. Goldwater'la başbaşa giden seçimde her oy önemliydi. Yunanlılar Amerikan vatandaşıydılar ve hemen hepsi oy kullanmak için örgütlenmişti. Johnson’un Başkan yardımcısı ise Yunan asıllı Spiro Agnew idi.
Türk toplumu yavaş yavaş Amerikan sistemine girip politik alanda faal olmanın önemini anlamaya işte bu sıralarda başladı.
1974'de Kıbrıs Barış Çıkartmasında Amerikan basını utanç verecek bir şekilde tek taraflıydı. Hiç unutmam bir St. Louis gazetesinde Türklerin askeri harekâtı yüzünden Kıbrıs eşeklerinin çektiği güçlükler yazılmıştı. Türklere karşı yapılan barbar cinayetlerden bahis edilmezdi.
1978'de Midnight Express filmi yapıldı. Bu film Türkleri daha çok uyandırdı. Amerika ile olan ahenkli ilişkiler gittikçe kızgınlığa ve çaresizliğe döndü. 1970'lerin başında Ermeni terörü başlamıştı.1980'lerin ortasına kadar 30'dan fazla Türk diplomatı ve çok sayıda masum insan öldürüldü, yaralandı. New York'da Türk merkezi bombalandı. Önemli bir Türk akademisyenin evi yakıldı.
En nihayet 1979 'da Washington'da Büyük Elçi Şükrü Elekdağ’ın liderliğinde ve Washington ve Maryland Türk-Amerikan derneklerinin katkısıyla Türk Amerikan Dernekleri Asamblesi kuruldu. Asamblenin en önemli misyonu Türk toplumunu politik açıdan uyandırmak, bilgilendirmek, faal yapmak, kuvvetlendirmek ve politik alanda kendine güven yaratmaktı.
Çok iyi hatırlıyorum St.Louis Türk Amerikan derneği ATAA'ya ilk üye olan derneklerden biriydi. Böyle bir kuruluşa Türk toplumu hasretti ve hazırdı. 1980'de aile olarak Washington'a taşındık. Eşim National Institutes of Health (NİH)'de ben de Georgetown Üniversite Hastanesinde Klinik Patoloji bölümünde çalışmaya başladık. Washington'a gelmekle çok mutlu oldum.
Washington'da aralarında eski okul arkadaşlarımın da olduğu çok sayıda Türk'le karşılaştım. Türkiye’ye fiziksel olarak daha yakın olmak beni çok mutlu etti. Arada yalnız Atlantik okyanusu var, uçmakla bitmeyen büyük kara kütlelerini geçmiyorsunuz. Eskiden kıtanın ortasına ve batısına doğru uçarken hep hüzün ve gurbet hisleri duyardım.
Bu arada kızımız da büyüdü, Georgetown Üniversitesi tıp fakültesini bitirdi. Şimdi New York'da mesleğine devam ediyor. Evli ve iki küçük çocuğu var. Ben de Washington, New York ve İstanbul arası seyahat ettikçe kendimi çok talihli hissediyorum.
2000 senesinde Georgetown Üniversite Hastahanesi Klinik Patoloji laboratuarının şefliğinden emekli oldum. Emekli olunca dernek işlerine çok daha vakit ayırmaya başladım.
Turkishny.com: 1960’lardaki ABD ile bugünkü ABD arasında en göze çarpan farklar neler?
Oya Bain: ABD devamlı kendini geliştiren ve evrim geçiren bir memlekettir. Amerikalılar ile olan ilişkilerim Arnavutköy Kız Kolejinde geçirdiğim dört yıl ile başlar. 1960'da çok  sevinerek Amerika’ya gelmiştim. O hislerim hala devam ediyor.
1960'larda ABD çok acı olaylar geçirdi. Kennedy'lerin ve Martin Luther King'in öldürülmeleri, Washington’da ve Amerika’nın çeşitli bölgelerinde bilhassa güney eyaletlerinde kanlı siyah beyaz kavgaları, Vietnam savaşı bütün bunlardan Amerikalılar ders aldılar çok şey öğrendiler. Bugün Beyaz Saray'da zenci bir Cumhurbaşkanı var. 2012 Başkanlık seçimlerinde Amerika’da yeni bir demografi ortaya çıktı. 11 milyon gayri meşru göçmen için kanun hazırlanıyor. Amerika artık dünyanın çeşitli bölgelerinde yeni maceralara girmemeye çalışıyor. 1960'larda Amerikan toplumunu etkileyen iki büyük kanun geçti. Yaşlılık Sağlık sigortası (Medicare) ve Medeni Haklar Yasası (Civil Rights Act)
Bugün Ulusal Sağlık Sigortası (Affordable Care Act) için Kongre’de savaş veriliyor. 60'lar ve bugünkü ABD arasında en bariz değişiklik toplumun daha insani, hoşgörülü ve kucaklayıcı olmasıdır. İnsani ve sosyal reformların 311 milyon nüfusa erişmesi için çaba gösteriliyor.
Şahsi açıdan bir Türk ve Müslüman olarak 40 seneye yakın meslek hayatımda Amerika’da hiç bir zaman ayırım görmedim. Çoğu zaman Katolik hastanelerinde çalıştım. Amerika için en önemli faktör bir işi iyi yapmak ve iyi çalışmak. Amerika başarısını ve kuvvetini bu "work ethic" dediğimiz unsura borçludur. Bu açıdan hep Türkiye’de de aynı böyle bir ayırımsız çalışma ahlaki olmasını isterdim ve isterim.
Turkishny.com: ABD’deki Türk toplumu 1960’dan günümüze kadar geçen 50 yılı aşkın sürede ne gibi bir değişim gösterdi?
Oya Bain: 1960'larda Türk toplumu dağınıktı, insanlar bireylerin bir iş başaracağına inanmıyorlardı. Türkiye’de içinde büyüdüğümüz kültür, devlete yani merkezi bir kuvvete inanan, şahısların, grupların rol oynamadığı bir kültürdü. 1960'larda hepimizde "kadere boyun eğme" havası vardı. Amerika’da bazı kimseler Türklüklerinden utanır, bazıları da "aman beni karıştırma" mesajı verirdi. Ermeni meselesi ortaya çıkınca daima Türk hükümeti, Elçilik ne yapıyor sualleriyle karşılaşırdık. Kimse "ben ne yapabilirim" demezdi.
Türkler aleyhinde arka arkaya oluşan hadiseler yavaş yavaş toplumu birleştirmeye ve çok daha faal olmaya sürükledi.
1980'lerde başlayarak Amerika’ya gelen Türklerin demografisi değişti. Değişik mesleklerden ve Anadolu’nun çeşitli bölgelerinden insanlar gelmeye başladı. Kuaförler, lokanta sahipleri, araba mekanikleri, küçük iş sahipleri çoğaldılar. Bu kimselerin kendilerine güveni 60'lardaki profesyonel gruplardan daha çoktu. İngilizceleri belki çok iyi değildi ama sesleri daha çok çıkmaya başladı.
Dernekler çoğaldı, çeşitli gruplar değişik misyonlar için toplandılar organize oldular. ATAA'nın dışında başka çatı dernekleri kuruldu. Türki gruplarla büyük yaklaşmalar oluştu.
En önemli bir gelişme Türk PAC'larının (Political Action Committee) kurulması oldu. Bugün Kongre’de 140'dan fazla Temsilci Türk dostluk grubundadır. Bu sayı Ermeni ve Yunan dostluk gruplarından daha yüksektir. İsrail dostluk grubundan sonra ikinci gelir. Lincoln McCurdy liderliğinde TC-US-PAC hakikaten olağan üstü çalışmaktadır. Gönüllü Türklerin liderliğinde Texas'da, New Jersey'de, California'da, Indiana'da bölgesel PAC'lar da kuruldu. Fakat Türk PAC’larına toplumdan ilgi çok az ve kifayetsiz. Türk toplumu maddi olarak başarılı ve zengin bir toplum, fakat PAC için yardım almak son derece güçtür. Toplum Amerikan sistemine tam entegre olmadığı için PAC'in önemini anlamamıştır. Burada hakikaten hala çok zayıfız.
Bir politikacıya destek kampanyası yapıldığı zaman hep ümitsizliğe kapılırım. Mesajlar yollarım, rica ederim. Büyük bir sessizlikle karşılaşırım. PAC'lara Türklerden para yardımı almak diş çekmek gibidir. Acılı ve zor.
10,000 Türk kampanyası bir kaç sene evvel kuruldu. Amerika’da 500,000 civarı Türk olduğu tahmin ediliyor. 10,000 Türk Kampanyasına katılım 1000'i geçmez. Açıkçası ağlanacak sayılar...
Diğer faaliyetler çok ümit verici: ATAA'nın düzenlediği 2013'deki Liderlik Konferansına 12 Çatı derneği katıldı. Her biri konferansa başka bir boyut getirdi, zenginleştirdi. Bugün internette çeşitli dernek haberlerini okurken inanılmaz bir gurur duyuyorum ve artık kimse bizi yenemez diyorum.
Özet olarak 1960’larla bugün arasında Türk toplumunda çok büyük fark var. Büyük bir bilinç, güven, gururlu bir birlik oluştu. Bireyler kuvvetlerini anladılar ve büyük bir enerji ile çalışmaya başladılar. Mesela benim çok geniş ATAA ve benzer mesajları yolladığım bir e mail grubum var. Artık kimse "beni listeden çıkar bu konu ile ilgim yok" demiyor. Bilakis müspet mesajlar alıyorum. Türk toplumunda tolerans ve hoş görü arttı. ATAA'nın "farklılıklar içinde birlik" yaklaşımı çok önemli bir gelişmedir. Diğer önemli bir nokta da ATAA Türkiye’nin iç politikasında tavır almaz ve taraf tutmaz. Eğer ATAA böyle bir politik konuma girerse zaten kısıtlı olan zamanımız ve enerjimiz verimsiz kavgalara ve polemiklere harcanır. ATAA kurulduğundan beri her Türk hükümetinin liderlerini ağırlamış ve görüşmüştür. Ankara’ya gittiğimizde her politik partinin liderleriyle görüşmeyi hassasiyetle takip ederiz. ATAA hiç bir zaman bir Türk veya Amerikan politik partinin sözcüsü olmamıştır. Şahıs olarak hepimizin politik inançları bağları vardır-ama bu yalnız şahsi kalır, derneğe aksetmez.
Türk toplumunun şimdi çok dostu var: Azeri kardeşlerimiz, Orta Asya Türkî toplumlar, Uygur Türkleri, Bosnalılar, Makedonyalılar, Kosovalılar, Somaliler.. "Türkün Türkten başka dostu yoktur" lâfı çok geride kaldı. Tabii ki üç kıtaya yayılmış Osmanlı imparatorluğunun dostlukları bugün devam ediyor. Yahudilerle asırlar boyunca olan dostluğumuz da devam etmekte. Politik durumlar gelip geçer ama sağlam dostluklar devam eder. Kongre’de Yahudi asıllı bir çok Kongre üyesi dostumuz var.
Turkishny.com: ABD’deki yarım asrı aşan deneyimlerinizden aklınızda kalan okuyucularımızla paylaşmak istediğiniz ilginç bir anınızı bizimle paylaşır mısınız?
Oya Bain: Anılarım çok fakat geçmişte beni her zaman hayrete düşüren durum ilk zamanlar Kongre üyelerini ziyarete gittiğimiz zamanlar olmuştur. Kaç defa adamlar gözlerini açarak bize "siz bu ofise gelen ve tanıdığım ilk Türksünüz" demeleri… Neredeyse kuyruğumuz var mı diye bakacaklar diye düşünürdüm. Bu cümle önemlidir çünkü bize Kongre üyelerinin Washington'dan değil bütün Amerika’ya dağılmış 50 eyaletten geldiğini öğretti. Birçok eyaletlerde Türkler çok azdır. Fakat bir iki Türk faal olurlarsa çok iş çıkarırlar. Bugün en ücra eyaletten bir Ermeni tasarısı nasıl çıkıyor? Ufak bir grubun şevkle ve özgüvenle çalışmasına bağlı.
Diğer anılarım da Kongre ile ilgili. 1980'lerden beri Ermeni tasarıları ya Temsilciler Meclisi veya Senato Dış Ilişkiler Komitesi’ne gelir bizler de ufak gruplar halinde Kongre koridorlarında üyelere derdimizi anlatmaya çalışırdık. Hiç unutmam 2000 senesindeki tasarı HRes 596 geçmeye çok yaklaşmıştı. Dış Ilişkiler komitesinde toplantılar oluyor, Peter Jennings'in yaptığı çok aşırı bir film (minarelerde swastikali bayraklar uçuşuyor) gösteriliyor, bazı üyeler göz yaşlarını tutamıyorlardı. Devamlı Türkler ve Türkiye hakkında hakaret ve yalan dolu konuşmaları işitiyorduk. Tasarı Komiteden çok büyük bir farkla kolaylıkla geçti. (40'a karşı 3 oy gibi). Hatırlarım eve hep midemde düğümlerle gelirdim. Gece gündüz Temsilcilere yazar, telefon eder, faks çeker kendimizi anlatmaya çalışırdık.
Gelelim 2010 Şubatına. Yeni bir tasarı HRes 252 yine Dış Ilişkiler Komitesine geldi. Konuşmalar çok uzun sürdü. Türkiye’nin tarafını ve olayların gerçek yönünü anlatan Temsilciler çok etkili konuştular. Bu sefer Tasarı komiteden büyük güçlüklerle, 23'e karşı 22 oyla geçti. Komite Başkanı oylamayı saatlerce açık tuttu, çeşitli politik hokkabazlıklar yaptı, ancak o şekilde geçirebildi.
10 senede ne değişiklik oldu? Güçlü Türkiye, PAC'ların faaliyeti, Türk Dostluk grubunun büyümesi, Elçiliğimizin ve Lobicilerimizin çalışması ve toplumun daha faal olması bu neticeyi verdi. Tabii geçmese daha iyi olurdu ama oylamalardaki fark bizi mutlu etti.
2010 Aralığında Meclisin son gününde bu Tasarı arka kapıdan meclis oylamasına getirilmeye çalışıldı, başarılı olunmadı.
Turkishny.com: Kendimizi her zaman övmek yerine, bazen eleştirisel gözle de bakmanın toplum olarak gelişmemizi sağlayacağına inanarak size bir sual daha sormak istiyoruz.  Sizce ABD’deki Tük toplumunun eksikleri neler? Toplumumuz nerelerde hata yapıyor?
Oya Bain: Toplumda hala merkezci bir bakış var. "Başkası halletsin" yaklaşımı var. Mesela Türkler aleyhinde bir program, bir yazı, bir kitap çıktığı zaman toplumda herkes birbirine haber verir ama kimse kalkıp yazara veya program yapımcısına erişmeye protesto etmeye çalışmaz. Bu alanda çok çekingeniz. Dikkat ederseniz gazetelerde İsrail aleyhinde yazı çıktığı zaman gazeteye kaç tane protesto mektubu gelir. Amerika’da Yahudi sayısı 5-6 milyon civarındadır. Arap sayısı 6-7 milyon denir. Araplardan binde bir cevap çıkar.
Capwiz diye toplu mektup yazma sistemimiz var. Türkler aleyhinde olan önemli durumlarda kullanıyoruz. Mektup hazır-yollaması 60 saniye alıyor. Maalesef bu sistemi kullanan Türkler çok az.
2010 Aralığında Temsilciler Meclisinin son gününde HRes 252 numaralı Ermeni tasarısı çok tehlikeli bir şekilde Meclisten geçme durumuna yaklaştı. Ermenilerin her zaman yaptığı gibi "son dakika ve arka kapıdan girerek yutturma" politikasının destekçisi Nancy Pelosi’nin Meclis Başkanlığının son günüydü. Durum hakikaten çok tehlikeliydi. Gece gündüz Capwiz ile kullanarak her eyaletten toplumu kendi Kongre üyelerine mektup yazmaya davet ettik. Mektup yazan Türklerin sayısı çok azdı. Tasarı geçmedi ama toplumun ilgisizliği çok üzücü oldu.
Turkishny.com: ABD’deki Türk toplumunun üyelerine tavsiyeleriniz nelerdir?
Oya Bain: En baştaki tavsiyem çocuklarımız ve gençlerimizin Türk kültürünü ve Türklük gururunu kaybetmemeleri ve aynı zamanda Amerikan sistemine entegre olup faal rol oynamaları.
ATAA geçmişte "Gençlik Konferansları" yapmıştı. Son senelerin Liderlik Konferanslarında gençlere hitap eden programlar sunulmuş ve programın son günü "Gençlik Günü" olarak düzenlenmiştir.
Aşağıda bahsettiğim gibi Birthright Israel tipi programlar, her bölgede Türk okulları, internette Türk kültürünü yayan programların çoğalması çok önemlidir.
İkinci tavsiyem Amerikan politik sistemini öğrenmeleri, oy kullanmaları, Kongre’deki Temsilcilerini ve Senatörlerini tanımaları, temas kurmaları,kampanyalarına destek vermeleri. Her bireyin bir Temsilcisi ve İki Senatörü var. Toplumun çoğu Amerikan Kongresi’nin yapısını, nasıl çalıştığını bilmez. ATAA'nın TABAN (Turkish American Broad Advocacy Network) diye bir projesi vardır. Türk toplumu için çeşitli şehirlerde politik sistem üzerine seminerler düzenler, yerel politikacılar ve medya ile görüşmeler ayarlar.
Turkishny.com: Sizce  ABD’deki Türk toplumu Amerika’daki hayata entegre olabilmeyi başardı mı?
Oya Bain: Toplumumuz devamlı ilerleme gösteriyor ama zayıf kaldığımız önemli bir durum çoğumuz Amerika’ya değil de Türkiye’ye dönüğüz.. Amerika’daki politik hayata entegre değiliz. Çok az sayıda Türk Amerika’daki politik sistemde faal, politik gelişimleri takip ediyorlar ve heyecanlanıyorlar. Toplum daha fazla Türkiye politikasını takip ediyor, Türk televizyonu seyrediyor. Türklerin olduğu sosyal bir toplantıda Amerikan iç politikasını konuşmak imkânsız gibi. Kimsenin ilgisi yok, bilgisi de yok gibi.
Tabii bu hepimizin Türkiye’ye olan bağlarından, Türkiye’nin inanılmaz çekiciliginden ve gittikçe güçlenmesinden de kaynaklanan bir durum. Yunan ve Ermeni göçmenler Amerika’ya gelince eski memleketlerine kapıyı kapıyorlar ve tamamıyla Amerika’ya entegre olabiliyorlar. Hangi Ermeni Ermenistan’a yaz tatiline gidiyor? Diğer göçmenleri de düşünürseniz aynı. Hangi Alman asıllı her sene Almanya’ya gider? Buna karşılık hangi Türk her sene Türkiye’ye gitmez? Biz Türkiye’ye gitmeden yapamıyoruz çünkü Türkiye hakikaten olağanüstü bir memleket. Bağlarımız diğer gruplar gibi değil. Belki bu Türklerin 1000 sene evvel Anadolu’ya yerleştikten sonra bir daha başka bir yerlere göç etmeyip, imparatorluklar kurup, göç edeceklerine başka göçmenleri içlerine almalarından kaynaklanan bir bağ... Anadolu’ya 1000 senelik bir bağımız var. Kuvvetli bir imparatorluktan kuvvetli bir Cumhuriyete geçmişiz. Halkımız büyük felaketlere karşı savaş vermiş ve kazanmış. Türklerde "mağdur"luk mevhumu yoktur. Geçmişte çektiğimiz acıları hatırlamak ve hatırlatmak istemeyiz. Halbuki Amerika’da bazı etnik gruplar "mağdur" rolünü adeta ticarete dökmüşler, bu alandaki aşırılıkları,yalanları ayyuka çıkmıştır.
Sualinize cevap – ‘hayır’dır.
Turkishny.com: ABD’de doğan 2. 3. kuşak Türkler hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce 2. 3. Kuşak Amerikalı Türkler anavatan hakkında ve Türk örf, adetleri hakkında yeterli bir bilgiye sahipler mi?
Oya Bain: Bu alanda zayıfız. Amerika’daki hızlı hayata kapılıp çocuklarımıza kâfi Türk örf, adet ve kültürünü aşılayamıyoruz. Kâfi okullarımız, kurslarımız yok. Birçok derneğin Türkçe ve Türk kültürünü öğreten okulları var ama Amerikan coğrafyasını ve koskoca kıtaya dağılmış Türkleri düşünürseniz herkese erişemiyoruz. ATAA'nin şimdi Bright Horizons diye bir projesi var. İnternet yoluyla Türkçe ve Türk kültürünü çok geniş dağıtmak, faal bir kampanya ile her Türk evine varabilmek projesi.
Yahudilerin son derece etkin Birthright Israel diye bir programı vardır: 1999'da başlayan program 350,000 Yahudi asıllı gencin İsrail’i ziyaret etmesini sağlamıştır. Bu tip sistematik bir program bütün Amerika’daki Türk gençlerine sağlanabilir. Birthtight Israel’in finansmanı Amerika’daki Yahudi zenginlerinden, Yahudi derneklerinden, dört biri de İsrail hükümetinden gelir.
Bizim de böyle bir programa ciddi bir şekilde bakmamız gerekir.
Turkishny.com: ABD ve Kanada’daki Türk Derneklerinin çatı kuruluşu olan Türk Amerikan Dernekleri Asemblesi  (ATAA) bünyesinde yıllardır gönüllü olarak çalışmaktasınız. Bize ATAA’daki görevinizden ve ATAA’nın faaliyetlerinden kısaca bahseder misiniz?
Oya Bain: ATAA 1979'un sonunda kuruldu. Biz  1980'de Washington'a taşındık. Yönetim kurulunda Başkent Bölgesi Başkan Yardımcısı, Genel Sekreter gibi görevlerde çalıştım. 1990 ve 91'de ATAA'nın Kültür Ayı komitesinin başkanlığını yaptım. Resmi görevim olmadığı zamanlar da her zaman projelerde gönüllü çalıştım. ATAA'nın tamamıyla gönüllülerden oluşan yönetim kurulunda Amerika’nın bütün bölgelerine yayılmış 10 tane Başkan Yardımcısı vardır. Bu şekilde ATAA'ya üye olan yerel derneklerle temas sağlanır. Tabii Washington’un yerel derneği ATA-DC, ATAA'nın kurucusu ve belkemiğidir. Uzun seneler zevkle ATA-DC'nin yönetim kurulunda da çalıştım. Çalışmalarım yalnız ATAA'da olmadı. Türkiye ile ilgili her derneğe destek vermeye çalışırım. Şimdi American Friends of Turkey (AFOT) derneğinin yönetim kurulundayım. Uzun seneler Washington Türk Kadınlar Derneği, Amerika Atatürk Derneği yönetim kurullarında çalıştım ve hala her türlü desteği veririm.
ATAA dernek yapısı bakımından Amerika’nın iç politikasına karışmaz ve faal olamaz. ATAA'nin en önemli rolü eğitim'dir. ATAA nasıl Türk toplumunu Amerikan sisteminde eğitmeye çalışıyorsa, Amerikan toplumunu, politikacılarını ve medyasını Türkler hakkında bilgilendirmeye çalışır. Kongre’de Türkler aleyhine geçirilmeye çalışılan ve Türk tarihini çarpıtan tasarılar ortaya çıkınca hepimizin vazifesi bu kimseleri bilgilendirmektir. Amerikan toplumu Avrupalılara nazaran çok daha açık kafalıdır. Önyargıları azdır.
Yıllar önce Türkler aleyhinde yazılar, tasarılar çıkınca kendi aramızda ateşli yazılar yazardık, sızlanırdık, üzülürdük. Kimse de çıkıp niçin bu Amerikalı politikacılara, gazetecilere biz erişmiyoruz, onlarla konuşmuyoruz demezdi.. Diyen ve yapan varsa da sayısı azdı.
Onun için bilhassa Kongre üyelerine daha seçilmeden veya seçilir seçilmez gidip kendimizi tanıtmak, anlatmak ve bir bağ kurmak ve bu bağı devam ettirmek inanılmaz önemlidir. Şimdi bunu yapıyoruz ama kâfi değil. Bunu Amerika’nın her eyaletinde her seçim bölgesinde yapmalıyız.
Turkishny.com: ABD’deki Türk toplumu içinde en bilinen ve köklü kuruluş ATAA olmasına rağmen ABD’deki Türk derneklerinin çatı kuruluşu olarak faaliyet gösteren başka kuruluşlar da bulunmakta? Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce ABD’deki Türk derneklerinin birden fazla çatı kuruluşu olması toplum içinde bir bölünmeye yol açmıyor mu?
Oya Bain: Bilakis, Türk derneklerinin artması bölünme değil çok sesli, çok yönlü bir toplum oluşturduğumuzu gösteriyor. Yıllar önce toplumda bazı kimseler ATAA ile FTAA'nin birleşmesini tavsiye ederlerdi. Tabii "merkezci" bir kültürden geldiğimiz için toplum bunu "kuvvetlenme" diye algılardı.
FTAA çok önemli bir çatı kuruluşudur. New York ve civarında 100,000'den fazla Türk var denir. Bu toplumun demografisi, faaliyetleri ihtiyaçları Washington'dan çok değişiktir. Bu toplumu birleştirmek, liderlik yapmak, yönlendirmek güç ve büyük bir iştir. FTAA kurucusu Ata beyi ve ondan sonraki FTAA başkanları olan liderleri çok takdir ederim. Türk Yürüyüşü de beni her zaman çok heyecanlandırır.
ATAA'nın Washington'da düzenlediği 2013 Liderlik Konferansına 12 Çatı derneği katıldı ve katkıları hepimize büyük bir gurur kaynağı oldu. 2014 Liderlik Konferansını daha da büyütmeyi planlıyoruz.
Size eski bir anımı hatırlatayım..2001 senesinde Maryland Eyalet meclisi çok kötü bir Ermeni tasarısını geçirmeye çalışıyordu. Her gün Annapolis’e gidiyorduk. Ermenilerin meclise verdiği dokümanların altına 40'tan fazla çoğu Maryland'dan olan Ermeni ve Yunan kuruluşları imza atmıştı. Üçte biri Ermeni ve Yunan kiliseleriydi!
Bu birlik ve çokluk tabii ki eyalet temsilcilerini etkiledi.
Bugün ATAA Kongre’ye mektup yazarken FTAA ile beraber yazıyor. İki büyük çatı kuruluşu 100'den fazla yerel derneği temsil ediyor.
Son senelerde Fethullah Gülen dernekleri kuvvetlendi ve çoğaldı. Güzel faaliyetler yapıyorlar. Resepsiyonlarına çok sayıda Kongre üyeleri geliyor ve güzel ağırlıyorlar. Temsilcileri Türkiye’ye götürüyorlar. Kısacası Kongre üyeleri, politikacılar Türklerin isimlerini defalarca çeşitli derneklerden işitiyorlar. Türk okulları başarılı ve önemli bir boşluğu dolduruyor.
Gülen gruplarının Türkiye’ye ve Türkiye Cumhuriyetine yönelik politik düşüncelerini bilmiyoruz-bilmediğimiz için de endişelerimiz var. Bu dernekleri "inanç tabanlı" (faith based) olarak tanımladığımızda dernek başkanları bu terimi kullanmamızı söylediler. O zaman dinin ötesinde politik ideolojileri nedir? Bir de yönetimlerinde kadın görmüyoruz-bu da bize ayırımcı bir mesaj veriyor.
Bizim ATAA olarak politikacılara verdiğimiz mesaj Atatürk prensipleri üzerine kurulmuş seküler ve demokratik bir Türkiye Cumhuriyeti’nin Orta Doğu’da bir kale olduğu ve bölgeye istikrar ve denge getirdiğidir. Böyle bir politik sisteme geçememiş Orta Doğu memleketlerinin durumu bugün çok acıdır. Amerika Orta Doğu olaylarını çok yakından takip ediyor. Amerika’daki faal Türk kuruluşlarının etkinliklerini de dikkatle izliyorlar. Dernekler arasında ayırım yapmıyorlar. Herkesin sesinin çıkmasına önem veriyorlar.
Turkishny.com: ATAA Başkanları içinde sizce en aktif isim kimdi? Ne gibi çalışmalar yapmıştı?
Oya Bain: Hemen hemen bütün ATAA başkanları canla başla çalışmışlardır. ATAA Başkanları genel olarak mesleklerinde çok başarılı olmuş, parlak kimselerdir. Günde 10-12 saat çalıştıkları mesleklerinin dışında ATAA'ya devamlı vakitlerini vermek, toplantılara katılmak, ATAA ile ilgili seyahatlere gitmek, aniden çıkan politik krizlere cevap vermek ve bütün masrafları şahsen karşılamak hakikaten çok büyük fedakarlıktır. Varlıklı olanları ATAA'ya büyük paralarla yardım etmişlerdir. Bazı başkanların ATAA'ya şahsi olarak $100,000 hibe ettiğini söylemek abartma olmaz. Boşuna "Çılgın Türkler" dememişler...
Bazı başkanlarla problemler olmadı değil. Fakat unutmamak gerekir biz ATAA'nın misyonu için çalışıyoruz yoksa bir şahıs için değil. Şahıslar gelir ve gider. Aynı durum Türkiye’deki politika içinde geçerlidir.
ATAA Kurulduğundan beri hemen her başkan ile yakın çalıştım. Eski başkanlar şimdi hala acil bir durum olunca ATAA'ya yardım ederler, toplantılara katılırlar. ATAA Başkanlığı iki senede bitmez, hayat boyu devam eder.
Vakit ve para yardımlarını cömert bir şekilde yapmalarının dışında ilk senelerde başkanların karşısında terör tehlikesi vardı.
1979'da ATAA'nın kurucusu ve ilk başkanı Dr. Ülkü Ulgur’un dört çocuğu FBI korumasında okula giderlerdi. Diğer liderlerden biri Bonnie Kaşlan da California'da yıllarca FBI korumasındaydı. Gözü dönmüş Ermeni terör grupları ATAA liderlerine o sıralarda tehdit yağdırıyorlardı. Bugün bile 2010-12 dönem başkanımız Ergun Kırlıkovalı'yı California'da katıldığı etnik konulu bir kaç toplantıda etrafını tanımadığı sevimsiz tipler sarıp tedirgin etmişlerdi.
Turkishny.com: ABD’deki Türk toplumu dernekçilik açısından sizce ne durumda? Derneklerimiz kuruluş amaçlarını yönelik çalışmaları layıkıyla yerine getirmekteler mi? Türk Derneklerine ve bu dernekler içinde faaliyet gösteren bireylere tavsiyeleriniz neler?
Oya Bain: Derneklerimiz son 50 sene içinde büyük gelişme gösterdi. Demokratik ve şeffaf çalışıyorlar. Artık "hayat boyu başkanlar" yok. Yönetim kurulları kendilerini yeniliyorlar-genç elemanlar ortaya çıkıyor ve dernek etkinlikleri gittikçe büyüyor, Amerikan toplumuna erişiyor. Her gün internetten çeşitli şehirlerde olan festivallerin, bayram kutlamalarının ve çeşitli programların haberlerini alıyoruz ve hayret ve hayranlıkla takip ediyoruz. Kültürel açıdan dernekler hakikaten amaçlarını layıkıyla yerine getiriyorlar. Fakat politik açıdan hala bir çekingenlik ve ürkeklik var. ATAA dâhil derneklerimizin 501c3 dediğimiz vergiden muaf kültür ve yardım dernekleri olarak kurulmuştur. Bu tip dernekler kanunen zamanlarınin ve kaynaklarının % 20’sini politik faaliyetler için kullanabilirler. Bazı Türk dernekleri en ufak bir politik girişime, bildiriye karşı gelip toplumda pasif kalıyorlar. Bu da üzücü bir durum.
Turkishny.com: Washington’daki Türk toplumunun profili nasıl?
Oya Bain: Washington'da Türk sayısı New York'a nazaran daha az. 1960'larda doktor ve mühendis ağırlıklı Türkler gelmiş. Zamanla diğer meslekler, küçük iş sahipleri çoğaldı. Washington'daki toplum tabii olarak Kongre, Dışişleri Bakanlığı, Düşünce Kuruluşlarının faaliyetlerine çok daha duyarlı ve etkin.
Düşünce kuruluşlarında bugünlerde hemen hergün Türkiye hakkında bir program düzenleniyor. Washington politik ve beyinsel bir şehir. ATAA gibi bir derneğin kurulmasında ve oluşmasında Elçilik, Amerikan Kongresi, Dışişleri Bakanlığı ve çeşitli düşünce kuruluşlarının olduğu bir ortam önemli bir rol oynadı ve oynuyor. Bugün bu kuruluşlar Türkiye ile ilgili konularda ilk ATAA'ya yaklaşırlar.
Turkishny.com: Sözde Ermeni Soykırımı’nın 100. Yılı dönümü yaklaşırken ABD’deki Ermeni Diasporası sözde Soykırımı kabul ettirmek için faaliyetlerine hız vermiş durumda. Sizce Türk toplumu olarak Ermeni Diasporasının faaliyetlerine nasıl karşılık vermeliyiz? Bu konuda ATAA ve Türk toplumu olarak ne gibi çalışmalar yürütmektesiniz?
Oya Bain: Bu çok önemli bir konu. 
ATAA'nin Uzman Konuşmacılar adındaki projesi çok yakında başlayacak. Bu proje bilhassa Ermeni sorunu üzerinde uzman olan yabancı ve Türk akademisyenleri Amerika’nın bir çok yerlerinde, üniversite ortamlarında konferans vermelerini sağlayacak. Bir kaç sene evvel FTAA ve ATAA Sayın Türkkaya Ataöv’ün Amerika’da uzun iki tur yapmasını sağlamıştı ve bu konuşmalar hem Türk hem Amerikan toplumunda çok rağbet görmüştü. Çeşitli derneklerden gelen istekler bize toplumun bu tip programlara ne kadar hazır olduğunu gösterdi. Bu konuşmacıların politikacılara ve medya'ya da bilgi vermeleri sağlanacak.
Önemli olan programların çok kez olması, Amerikan toplumunun Ermeni olaylarının gerçeklerini tekrar tekrar işitmeleri. Bir iki kere yapılan programların pek etkisi olmuyor. Ermeni iddiaları ne kadar yalan ve aşırı da olsa tekrarlama sayesinde yıllardır halkın şuuruna iyice geçmiş.
İkinci bir alan ise Ermenilerle kültürel programlar. Aralıkta Ara Güler’in sergisi Smithsonian müzesinde açılıyor. Fotoğraflar Türk Ermeni toplumunun bin senelik yaşamını dini anıtlar yoluyla gösteriyor. Bu serginin çok iyi tanıtılması gerek. Daha sonra konserler, belki başka sergiler olmalı ki Amerikan halkı Türklerle Ermenilerin asırlarca birbirlerine ne kadar yakın bir toplum olduğunu öğrensinler.
Kısacası Ermeni meselesine hem tarihi hem de kültürel yönden yaklaşmalıyız.
Size iki küçük anımı anlatayım. Her sene 24 Nisan ve 24 Temmuz'da aşırı etnik gruplar Elçiliğimizin önünde gösteri yaparlar, erken gelip Elçilik tarafındaki kaldırımı tutmaya çalışırlar. Biz de bir kaç gün evvel Elçilik tarafında gece gündüz nöbet tutarız ve karşıt gruplara izin vermeyiz. Bir sene 24 Temmuz Kıbrıs Barış Çıkartması yıldönümünde büyük bir Yunanlı grubun gelip gösteri yapacağını öğrendik ona göre hazırlandık. Gele gele dört kişi geldi bir tanesi de Çinliydi! Dört kişi olmalarına rağmen çığırtkan bir gruptu. Orta yaşlı bir Rum çok saldırgandı. Fakat arada bir bizim taraftaki çok güzel bir kız arkadaşa "sen ne kadar güzelsin" diye laflar atıyordu. Kendisine yaklaştım bakın dedim siz güzellik Tanrıçası Venüs’ün memleketinden geliyorsunuz, güzelliğin hemen farkına varıyorsunuz, şimdi yaptığınız çirkinlikler sizin gibi parlak bir geçmişi, muazzam mitolojisi olan bir millete yakışmıyor dedim. Adam duraladı-bağrışmasını azalttı. Bir kaç ay sonra New York'da yine bir gösteride gördüm daha sakindi-beni tanıdı, dostane konuştuk, hatta birbirimize sarıldık. İkinci anımda son 24 Nisan'da Elçiliğin önündeki Ermeni gösterisinde Sarı Gelinin Ermenicesini çaldık. Ermeniler bağırışlarını durdurdular- müzikle sallanmaya başladılar. Gösteri bitince ilk defa içimde sakin bir hisle ayrıldım (bu gösteriler insan da sinir bırakmaz genel olarak).
Ermeni iddialarının 100’üncü senesi gelirken bizde bu dostluğun üzerinde çalışalım diye düşünüyorum. Bildiğiniz gibi Amerika devamlı negatif ve olumsuz tavırları tutmaz. Onların da Ermenilerin aşırı çığırtkanlığından bıkmış halleri var.
Turkishny.com: Sayın Büyükelçi Namık Tan’ın göreve gelmesi sonrası Büyükelçilik’te olumlu yönde bir değişim rüzgârı yaşandı. Büyükelçilik gerek caz konserleri serisi, gerekse Türk toplumunu ağırladığı diğer etkinlikler ile çok faal olarak çalışmakta. Siz ABD’deki Türk toplumunun bir bireyi olarak Sayın Büyükelçi Namık Tan’ın çalışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Washington’da görev  yapan Büyükelçilerimiz içinde sizce en başarılı çalışmaları gerçekleştiren isim kimdi? Ne gibi çalışmalar yapmıştı?
Oya Bain: Sayın Şükrü Elekdağ'dan başlayarak 6 Büyükelçiyle yakın çalıştık ve çalışıyoruz. Aralarında seçim yapmak çok güç çünkü hepsi son derece değerli, çalışkan ve fedakâr diplomatlardır. Bilindiği gibi coğrafi politik ve tarihi konumu açısından Türkiye’nin karşındaki problemler çok kompleks ve karışıktır. Washington'da Türk Büyükelçisinin işi hakikaten çok güçtür.
Komşularla "sıfır problem" politikası çok önemli bir girişimdi. Fakat bugün gördüğümüz gibi İran’ın, Suriye’nin, Irak’ın, Ermenistan’ın problemleri Türkiye’den kaynaklanmıyor ama Türkiye’yi ciddi bir şekilde etkiliyor… Mesela Türkiye’de Suriyeli mülteci problemi çok büyük fakat Batı buna sessiz kalıyor. Türkiye’nin karşısında her gün yeni problemler çıkıyor, yeni ve kompleks dinamikler oluşuyor. Elçiliğimiz de devamlı Türkiye’nin durumunu anlatmaya, Türkiye’nin çıkarlarını korumaya mecbur. Bilindiği gibi Amerika Orta Doğu politikasını çok yakından takip ediyor ve kendi çıkarlarını dikkatle gözetiyor. Sayın Elekdağ liderliğinde ATAA kurulmuştu. Elekdağ Ermeni terörün en yüksek olduğu zamanda Büyükelçilik yapmıştı. Amerikan Kongresi’nin dış politikadaki önemini anlamıştı ve Kongre ile devamlı temastaydı. Washington'da 10 sene kalmış ve Elçilerin arasında "duayen" olarak tanınmıştı. Hem fizik açısından hem de zihin gücü bakımından bir dev sayılabilir.
Türk Büyükelçiliği Türkiye Cumhuriyeti’nin Amerika’da en yüksek seviyede temsilcisidir. Elçilik binası Türk toprağı sayılır. Bizim için bu çok hissi bir unsurdur. O günkü Türk hükümetinin politikasını belki tutmayız ama Elçilik bizim için Türkiye’dir.
Sayın Elekdağ'dan sonra gelen büyükelçiler de çok başarılı ve parlak diplomatlardı. Eşleri de Türkiye’yi tanıtma işine kendilerini adamış son derece çalışkan kimselerdi. Her Büyükelçi yeni girişimler projeler getirmiştir. Washington'daki Elçilik ikatmetgahı çok görkemli bir binadır ve Washington’un en popüler elçiliğinden biridir. Işıkları gece gündüz yanar çünkü çoğu zaman Amerikalıları ağırlayan, Türkleri tanıtan bir faaliyet vardır.
Şimdiki büyük Elçimiz Sayın Namık Tan diğerlerinden daha genç. Genel olarak Washington Büyükelçiliği diplomatlarımızın emekli olmadan atandıkları son tayindir. Namık Bey ise kariyerinin ortasında. Kendi ve eşi Washington'da daha evvel iki kere bulundular. Washington’u çok iyi tanırlar. Elçilik şimdi her gün yeni programlara değişik topluluklara açık. Mesela Caz konserleri son derece popüler oldu çünkü cazın elçiliğimizde çok anlamlı bir geçmişi var. Büyükelçinin ve Figen hanımın yaptıklarını gururla takip ediyoruz, elimizden geldiği kadar destek vermeye çalışıyoruz.
Turkishny.com: Son yıllarda Türkiye gerek demokratik anlamda, gerekse ekonomik anlamda hızlı bir gelişim göstermekte. Türkiye’de ABD algısı nasıl değişmekte?
Oya Bain: Türkiye hakikaten son 10 yılda büyük adımlar attı. En büyük atılım bence Anadolu’nun gelişmesi oldu. Türkiye yalnız İstanbul Ankara İzmir Adana değil, arkada yıllardır sessiz fakir kalmış büyük bir Anadolu var.. Şimdi Anadolu şehirlerinde inanılmaz gelişmeler olmakta..
Bütün Türkiye’de 200'e yakın üniversite var. Türkiye kırsal ekonomiden endüstriyel ekonomiye geçiyor. Tabii bu birden olmadı. Türkiye’nin 90 senelik demokratik bir oluşumu var. Cumhuriyetin ilk yıllarında Türkiye’de küçük çapta da olsa bugünkü gelişmelerin bir modeli gözükür.
Özal’ın ekonomik reformları, Derviş’in mali yol planı son on yılda bu büyük boyuta dönüştü. Siyasi açıdan tek partinin seçimleri büyük farkla kazanmasıyla istikrar oluştu. İstiklal savaşı, Cumhuriyetin kuruluşu ve ondan sonra gelen büyük gelişmeler milliyetçi inançlarla oluşmuştu. Son 10 yılın gelişmesi Anadolu halkının muhafazakar ve dini inançları altında oldu.
Tabii ki asrımızda yalnız dini inançlar insanları bir yere götürmüyor. Din kavgalarına ve karanlık çağlara götürüyor. Türkiye’de dini ortaklık ve birlik son 10 senede hızla gelişen üretime, imalata, ticarete, yüksek hayat seviyesine bir araç oldu, Anadolu’nun muhafazakar toplumuna büyük bir sevk getirdi. En büyük arzumuz Türkiye ekonomik seviyede yükseldikçe, eğitimin, insan ve kadın haklarının ve dünya görüşünün de aynı şekilde gelişmesi ve yükselmesi. Dinin de cemiyet polisi vazifesinden çıkıp Allah ile vicdanlarımız arasındaki yerine dönmesi. Türkiye bu gelişmeleri geçirirken bazı önemli kurumlarımız hasara uğradı. Hukuk kuruluşlarımız ve dünyanın en kuvvetli ordularından biri olan ordumuz, gurur verici bir geçmişi olan gazeteciliğimizin durumu pek iç açıcı değil. Türkiye bir taraftan hızla ilerlerken bir taraftan da geçmişiyle lüzumsuz yere uğraşıyor. Son 90 senenin olaylarına o zamanın şartlarıyla değil de açıkçası uydurma analizlerle veya tek taraflı bir şekilde bakılıyor-tarihimiz, birliğimiz, özgüvenimiz yıpratılıyor.
Bugün hangi Amerikalı devamlı George Washington'la ve geçmişiyle yıkıcı bir şekilde uğraşıyor? Amerikalı tarihini yapmış kenara koymuş ileriye bakıyor. Tabii geçmişteki olayların analizini yapıyor, akademik olarak inceliyor ama Amerika’nın birliğini ve bütünlüğünü katiyen yıpratmıyor.
Bu arada Gezi olaylarına da dokunacağım. Her ne kadar acılı günler geçirdik ve hem ölü hem de çok sayıda yaralı verdikse de bu olaylar dünyanın Türkiye’ye başka bir gözle bakmasına sebep oldu.
Türkiye artık monolitik, içine kapalı, tek düşünüş tarzıyla hareket eden bir ülke değil. Son derece enerjik, mizahi, yaratıcı ve çok renkli bir gençliği var, çok sesli bir halkı var. Konuşma, toplanma, ifade özgürlüğü istiyor-gerekirse büyük savaş veriyor. Türkiye Gezi ile ister istemez Batı demokrasilerinin kulübüne girdi. Bugün Amerika’nın çeşitli bölgelerinde Gezi hareketleri, sergileri var. Amerikalıların saygısını kazanıyor.
Turkishny.com: Amerikan toplumunun Türkiye’ye ve Türklere birey olarak bakışı nasıl?
Oya Bain: Amerikan toplumu hakikaten son on yılda oluşan  "güçlü Türkiye" ile  etkilenmiş durumda. Önemli Amerikan gazetelerinde devamlı Türkiye hakkında yazılar çıkıyor. Kongre üyeleri Türkiye’de olanları yakından takip ediyorlar ve çoğunu takdir ediyorlar. Her ne kadar Türkiye’deki bazı gelişmeler bizleri endişelendiriyorsa da diğer alanlarda çok önemli adımlar atılıyor. Amerikan hükümeti Türkiye’nin her politikasını tutmuyor ama saygı duyuyor. Tabii bu çok hassas bir denge. Türkiye bu dengenin çok dikkatle ince ayarını yapmalı. Amerika en büyük müttefikimiz ve karşılıklı çok çıkarımız var. Son senelerde turizmin ilerlemesi ve gelişmesi de Amerikan toplumunu etkiliyor. Türkiye’ye gidip de sevmeyen, etkisi altında kalmayan Amerikalıya rastlamadım.
Turkishny.com: Son olarak Turkishny okurlarına ve ABD’deki Türk toplumuna vermek istediğiniz bir mesajınız var mı?
Oya Bain: TurkishNY'a tekrar teşekkür ediyorum.
Okurlara vermek istediğim iki mesaj var:
Çocuklarımızın ve gençlerimizin Türkiye bağlarını, bilgilerini kuvvetlendirmek hepimizin en önemli görevidir. 
İkinci mesaj Amerikan politikasını tanıyalım, Kongre’deki temsilcilerimizin kim olduğunu bilelim onları Türkler hakkında eğitelim, kampanyalarında destek olalım, dostluklar kuralım. Amerika’nın dış politikası 535 kişiden oluşan Kongre’de baslar. 
Türkiye’mize bundan büyük bir iyilik olamaz..

22 Mart 2013 Cuma

Ekrem Hayri PEKER

Merhaba
Kitaplarımı da duyurabilir misiniz…
Esen kalın
Üçüncü kitabım "ÖZBEK MEKTUPLARI" Kastaş Yayınevi tarafından basılıp, dağıtıma verildi.

Kitabımda Özbekistan'da yaşadıklarımı, gözlemlerimi; Bursa ve Osmanlıyla bağlantılarını yazdım. Emir Sultan'ın, Ali Şir Nevai'nin, Emir Timur'un, ünlü astronom Uluğ Bey'in, Babur Şah'ın, İmam Buhari'nin dolaştığı yollardan geçtim. Buhara'nın, Semerkant'ın, Hokand'ın, Margilan'ın, Fergana'nın, Keles'in tarih kokan havasını soludum.
Semertkant'da Uluğbeğ'in kurduğu medresede ders veren Kadızade-i Rumi'yi; Timur'un gözdesi bu şehirde muhteşem yapılara imza atan Lami Çelebi'nin dedesi Ali bin İlyas'ın yaptığı yapıları aradım.
Eski Buhara'nın on iki kapısını aradım. Birisinden Enver Paşa, Hacı Sami Bey ve Türkistanlı Yurtseverler son yolculuklarına çıkmışlardı.

Kitabımın;
Özbekistan'a yatırım yapmak isteyen iş adamları, Tarih meraklıları ve bölgeye gitmek isteyenler için faydalı olacağına inanıyorum.
Kitabımı DENİZLER; İNKİLAP, D-R, Remzi ve Kabalcı; Bursa'da ASA, BKM; EKİN ve NKM Kitabevlerinden temin edilebilir.
Esen kalın

FERGANA-Ekrem Hayri PEKER*
            Yazar dostum Talip Eke’den Fergana’nın yeni bir kent olduğunu duyunca doğrusu çok şaşırdım. Evet vadinin adı binlerce yıldır Fergana ama aynı isimli kent yani. Rus Çarlığı kendine tabi kıldığı Hokand Hanlığı’nda çıkan isyanı kanla bastırır, 1876. Son Hokand Hanı Hudayar Hanın halktan topladığı ağır vergiler halkı isyan ettirir. İsyanı bastıramayan Han Afganistan’a kaçar.
            Afganistan, kaçan hanların sığınma yeri olur. Elli yıl sonra da Buhara Hanı buraya kaçar. Rus kuvvetleri Hokant’ı kana boğarak bu isyanı bastırır. Binlerce insan ölür. Ruslar hanlığı ortadan kaldırıp askeri valilerle bölgeyi yönetirler. İsyan biter ama halkın huzursuzluğu bitmez. Ufak tefek ayaklanmalar görülür. Ruslar Hokand çevresindeki bataklıkların kokusunu bahane edip tarihi Margilan kenti yakınında yeni bir yerleşim yeri kurarlar. Novi (yeni) Margilan veya kurucusu olan General Skobelev’in adı verilir bu yeni kente. 1887’de kurulan kentin nüfusu ancak 1910’larda on bini bulur.2007’de Margilan kentinin 2500. kuruluş yıldönümü Devlet Başkanı İslam Kerimov’un katıldığı bir törenle kutlandı.
           1920’ lerde başlayan bağımsızlık hareketiyle muhtar Hokand Cumhuriyeti ilan edilir. Ruslar bu cumhuriyeti yıksalar da mücadele 1924 yılına kadar sürer. Mücahitler veya Rusların “Basmacı” diye küçümsediği isyancılar bölgeye hakim olurlar. Sadece Fergana bu alanın dışında kalır. Bolşeviklere karşı ortak mücadeleye giren Ruslar, Bolşeviklerin Rusya’ya hakim olmasından sonra onlara katılırlar Rusya’daki iç savaş bitmiş, Bolşevikler direnenleri ezmiştir. Kızıl Ordu, Başkırt gönüllüleriyle bölgeye çullanır. Tren yolları tamir edilir. Buhara topraklarında savaşan Enver Paşa’nın şehadeti dengeleri değiştirir. Başsız kalan mücahitler parça parça yenilirler. Az sayıda savaşçı Afganistan’a sığınır.  
          Bildiğiniz gibi Afganistan’ın kuzeybatı bölgeleri tarihi Özbek toprağıdır. Bugün Afgan topraklarında yer alan Herat kenti şair hükümdar Hüseyin Baykara’nın başkentidir. Savaş biter, yeni rejim yerleşir ve kent hızla büyür. Fergana için Taşkent’in küçük bir kopyası demişti bir arkadaşım.
           Kent merkezine inip merkezden geçen su kanalının yanındaki müzeyle gezmeye başlıyorum kenti tanımaya. Su kanalın yanındaki kent müzesi üç katlı güzel bir bina. İlk kattaki girişte bir kaç büst ve ofisler yer alıyor. Esas sergi salonları üst katlar da. Müzede bir şehir müzesi havası var. Bursa şehir müzesinin muhteşemliği aklıma geldi. Emeği geçenlere şükranlarımı sundum. İlk salonda vadinin jeolojik yapısının sergilendiği bir köşe var. Hemen yanında bölgenin flora ve faunasına ait bitki ve hayvan örnekler sergilenmiş. İlk katın girişinde General Skobelev’in büstü var. Büst bir zamanlar şehirdeki bir sütunun üzerindeymiş, bağımsızlıktan sonra yerinden sökülüp buraya getirilmiş. Ayrıca giysileri, silahları ve bazı özel eşyaları sergileniyor. Müzedeki eserler bronz çağdan başlıyor, bu çağa ait çok sayıda eser var. Bu eserlerin yanında ilk çağlara ait kaya resimleri var. Kaya resimleri Saymalı taş bölgesinden gelme. Bölge yılın on, on bir ayı karlarla kaplı.Bölgedeki iklim değişmelerini gösteren önemli bir örnek. Kaya resimleri bu kısıtlı süre içinde görülüyor, araştırılıyor. Müze salonlarında şehrin kuruluş yıllarına ait resimler, gazeteler sergileniyor.1910 yılında şehrin nüfusu on bini bulmuş. Müzedeki bazı resimler hüzün verici. Hokand’ın işgalini kabullenmeyip Çarlık Rusyası’na başkaldıran “asi”lerin idamlarını gösteren resimler var. Bu resimlerden birisi aydın bir din adamı, medrese hocası olan Dükçü İşan’a ait. Bölgeyi sarsan bu isyan zorlukla bastırılmış. Vaaz verdiği caminin kapısı da müzede sergileniyor.Hüzünlü resimler sadece bununla kalmıyor.Çar,1916 yılında ordusunun verdiği ağır kayıpları gidermek için bölgedeki Türk ve Müslümanlardan bir milyon kişiyi askere almak iste.Ayrıca savaş giderleri için ek vergiler yükler.Elli yıldır baskıdan bunalan halk ayaklanır. Bölgede Teşkilat-ı Mahsusa’nın ajanları vardır. Yedisu Kırgızları içinde bulunan Kuşçubaşı Eşref’in kardeşi Hacı Sami Bey  buradadır.Türkistan’ın elden çıkacağını gören Çarlık Hükümeti cepheden çektiği binlerce askeri bölgeye gönderir.Bir yandan askerler,diğer yandan Kazaklar kendilerine önderlik edecek bir yapı oluşturamamış,ağır silahlara sahip olmayan isyancıları büyük bir vahşetle ezer. Bölge halkının maddi-manevi kaybı büyüktür. İsyanı bastırmak için girişilen harekata 300 bin kişi öldürülür.300 bin kişi Sibirya’ya sürülür.600 bin insan Doğu Türkistan’a kaçar. İsyancıların mallarına el konma kararı askerlerin yanı sıra Kazaklara ve bölgedeki Rus göçmenlere büyük şevk(!) verir.İsyana ait haberler,isyancıların resimlerinin basıldığı gazeteler sergilenmekte.
            Yıllar geçer, ikinci dünya savaşı patlar. Alman orduları Moskova’ya kadar gelir. Sovyetler seferber olur. Almanlar teslim olmayacak askerlere, orduya katılacak gönüllülere ihtiyaç vardır.Afişler basılır,halk anayurdu savunmaya çağrılır.Kimi afişlerde asker resimleri,kimi afişlerde pos bıyıklı işçi resimleri,kimilerinde de kadın resimleri vardır.Hepsi şunu soruyor,”vatan için ne  yaptın?”. Müzede savaşta Nazilerden ele geçen silahlar sergileniyor. Gamalı haçlı miğferler, savaşta partizanların ve Sovyet ordusunun kullandığı silahlar da sergileniyor. Ayrıca bölgeden gönüllü olarak savaşa katılan partizanlara ait çok sayıda resim var. Özbekistan yetişkin nüfusunun % 10’unu kaybeder bu savaşta.
O yüzden her yerde bu savaşta ölen ve yaralananlar için anıtlar yapılmış. Ordu günü Özbekistan’da bir bayram havasında kutlanıyor.
Müzeden çıktıktan sonra hemen yakınındaki büyük parka doğru yürüyorum. Parkta ünlü gökbilimci El-Fergani’ye ait büyük bir heykel var. Fergani elindeki yıldız haritasını inceliyor, arkasındaki fonda yıldızlar var. Heykel bağımsızlıktan sonra  dikilmiş. Devirler değiştikçe kahramanlar da heykeller de değişiyor.Geniş ve bakılmlı parktan caddeye iniyorum.Caddede Sosyal Bilimler Üniversitesi ve 1900’lü yıllardan kalma sivil mimari örneği binalar yer alıyor. Sanırım soğuk iklimden dolayı Ruslarda balkon olayı yok.Süs olarak kullanıyorlar.Bunun dışında  Rusların şehircilik anlayışına saygı duymamak mümkün değil. Birbirine paralel caddeler, bunkarı dik kesen sokaklar. Cadde ve sokaklara yıllar önce dikilmiş,şimdi asırlık olan çınarlar, meşeler. Merkezde yer alan Gum, Universal adındaki büyük mağazalar.Rus kenti olmasından dolayıtarihi özellikte cami ve türbe yok.Bu tür yapılar Hokand ve çevresinde bulunuyor.Caddeye iniyorum,sonundaki bir sokakta küçük bir kiliseye gidiyorum.Kilise Taşkent’te gördüğüm kiliseye göre daha küçük ve daha sade.Soğan kubbeli Rus-ortodoks kiliseleri batının katedral mimarisinden uzak. İçeride ibadet eden bir kaç kişi var. Ukrayna asıllı bir kadın rehberlik etti. Bildiğim Rusça anlaşmamıza yetti. Parkın yakınında modern bir stadyum var. Yaklaşık on bin kişilik bu stadyumda bağımsızlık kutlamalarını seyrettim; ilk ve orta öğrenim öğrencilerin danslarını izledim, şarkılarını dinledim.
           Fergana’ya gelmişken kuruluşunun 2500 yılını kutlayan Margilan’ı gezmemek olmazdı. Fergana’dan Margilan merkezine ulaşmak 15 dakika sürüyor. Merkeze ulaştığımızda vakit geç olmuş ve kent müzesi kapanmıştı. Bu nedenle gezemedim. Hemen yakınındaki tarihi camiden başladım gezmeye. Hemen yanında kentteki tek medrese yer alıyordu. Bir kaç otantik eser konularak müze havası verilmiş. Sonraki durağımız El-Margilani’nin temsili mezarı oldu. El-Mergilani ünlü bir fıkıh bilgini. Burada doğmuş, Semerkant’ta ölmüş. Park havasındaki anıt-mezarı son ziyaret yerimiz oldu. Buradan bizi Hokand’a götürecek otomobilimize döndük.
      Fergana için şunu söyleyebilirim. Bölgenin en iyi otelleri ve lokantaları burada Güzel bir tenis kortu var. Tenis kortunun yakınlarında Kapalı Spor salonu ve fuar alanı var. Hokand’da otel yok. Güzel lokantaları ve Türk dönerinin satıldığı “İstanbul Cafe’si var.  Bölgedeki yemek kültürü et ağırlıklı. Yemek esnasında çoğunlukla yeşil çay içiliyor. Kim yaygınlaştırmışsa tebrik ederim. Yüz milyonlarca insana hastalıktan korunması için kaynamış, hastalık bulaştıracak mikroplardan arınmış suyu şifa diye diye içirmek kolay bir iş değil.
 Allaha ısmarladık Fergana, Allahaısmarladık Vadi. ...
Kimya mühendisi Ekrem Hayri PEKER 
(ekrempeker@gmail.com)

21 Mart 2013 Perşembe

YEŞİM TAŞI


YEŞİM TAŞI
Ekrem PEKER
Çin Hakanı Türklerle savaşmaktan yorulmuştur. Türk süvarileri Çin Ordusunu her seferinde darmadağın etmekteydi. Özel yetiştirdikleri süvariler bile Türk süvarileri karşısında tutunamamıştır. Hakan meclisini toplar, bilgeleri çağırır. Topladığı meclise “Türklerle barış anlaşması yapacağını, barış için öne sürülen şartların çok ağır olduğunu ama başka çareleri olmadığını” söyler.”Bu defalık kurtulacağız, sonrası için kalıcı bir çözüm lazım. Bunun için ne yapacağız” diye sorar. Mecliste saatlerce süren uzun toplantılar olur. Sadece barış şartlarını tespit edebilirler. Türklerin hücumlarını önleyecek bir çözüm bulamazlar ve meclis dağılır. Mecliste bulunan fakat tartışmalara katılmayan yaşlı bir bilge Çin Hakanı’nın dikkatini çekmiştir. Bilgin salondan ayrılmaz, hükümdarın yanına gelir, baş başa görüşmek ister. Türklerden kurtulmanın tek bir yolu olduğunu söyler.
Çin heyeti Türklerle barış anlaşması için eşi benzeri olmayan hediyelerle gelir. Heyet, Türklerin istediği şartların hepsini kabul eder. Türkler bu duruma çok şaşırır. Türk Hakanı konuklar şerefine büyük bir şölen tertipler. Törende Türk Hakanı artık kardeş olduk dediği Çin Hükümdarına bir hediye göndermek istediğini söyler. Heyet başkanına “istediğiniz bir şey var mı?” diye sorar. Heyet Başkanı “Başkentiniz yakınlarındaki yeşim taşı kayasını istiyoruz” der. Türk Hakanı şaşırır, elçiye kızar.”ben kardeşime hediye diye bir taş parçası gönderemem” deyince; elçi ,”Hakanımız bu taşın güzelliğini duymuş, sarayının bahçesine koymak istiyor. Baktıkça sizi hatırlayacaktır” diyerek Hakanı ikna eder. Hakan kayayı nasıl götüreceklerini sorar. Elçi kayayı parçalayacaklarını, parçalanan taşları arabalara yükleyip götüreceklerini sonra sarayın bahçesinde birleştireceklerini söyler. Türk Hakanı gerekli izni verir. Şölen neşeyle biter. Barış anlaşması, heyetin hediyeleri sevinç yaratır. Üstelik hediye olarak sadece kaya parçası vereceklerdir.
Olayı öğrenen Aksakal denilen bir kaç yaşlı Hakanın huzuruna çıkarlar ve “Yeşim Kayası Çinlilere verilirse Türk Yurduna felaket çökecek, Çin ipeklileri sizi kandırmasın” derler. Hakan ve çevresindekiler yaşlıların uyarılarına kulak asmazlar.  Çinliler bazen küskülerle, bazen kızgın sirke dökerek yeşim taşı kayasını parçalarlar. Parçalar hemen bekleyen arabalara yüklenir, Çin’e gönderilir. Yaşlılar gözyaşlarıyla Çin’e giden arabaları izlerler. Yeşim taşı yüklü son araba Türk Yurdunu terke dince ülkede kuşlar böcekler susar, yağmur yağmaz olur. Dereler, nehirler kurur, salgın hastalıklar hayvanları kırar, geçirir. Önce merkezden uzaktakiler ülkeyi terk ederler, sonra geride kalanlar. Türk Yurdu kısa zamanda ıssızlaşır.
Bu hikâyeyi uzun yıllar önce çocuklarımın ilkokul tarih kitaplarından okumuştum. Yazmak nerden çıktı derseniz; Avrupa’nın atalarının kim olduğu sorusundan. Aydınlanma dönemi başlayıncaya kadar olan sürede Avrupalı tarihçilerin bir kısmı köklerinin Türklere kadar uzandığını söylüyorlardı.
Avrupa’ya İskitlerin, Hunların, Macarların, Kıpçakların, Peçeneklerin, bazı Oğuz boylarının göç ettiği biliniyordu. İsviçre, Fransa, Belçika’da bazı köylerin Hunlara ait olduğuna dair Avrupa basınında çıkan haberleri okumuştum. Runik alfabe ile taşlara yazılmış Orhun yazıtları bulunduğunda Norveç ve İsveçliler atalarımızın yazıları bulundu diye bölgeye inceleme heyetleri göndermişlerdi. Yaklaşık bir-iki ay önce Cumhuriyet gazetesinin Pazar ekinde gazetenin İsveç muhabiri Ali Haydar Nergis’in bir yazısı yer aldı.”İsveçlilerin ataları Türk”.Yapılan DNA testlerine göre İsveçlilerin yaklaşık  % 50 si Türk soyundan geliyor.
Yeşim taşının Türkler için dinsel bir önemi vardı. Ölen insanların yanına yeşim taşından yapılmış mücevherler, nesneler konurdu. Bu adet Türklerden Çinlilere geçmiş. İlginçtir, aynı adet Orta Amerika ve Meksika’da büyük uygarlıklar kurmuş Mayalar ve İnkalar’da da var. Buralara sonra uzanırız diyerek tekrar Avrupa’ya dönelim. Türk Tarihi üzerine çalışmalar yapan son dönem Türk ve Rus tarihçiler konuya değişik bir açıdan yaklaşıyorlar. Bu tarihçiler olaylara iklimsel değişiklikleri temel alarak yaklaşıyorlar. Jeolojik kanıtlarla desteklenmiş tezlerine göre Orta Asya’da bir kaç büyük deniz vardı. Bu bölgede yaşayan kavimler/milletler deniz kenarında büyük bir medeniyet oluşturmuşlardı. Bu denizler bugünkü Kazan şehrine kadar ulaşıyordu. Bu şehirde gemilerin bağlandığı “baba” tabir edilen taş direkler bulunmuştur. Sözü uzattık, kısacası iklim değişmiş, denizler kuruyarak Gobi, Taklamakan,   Kızıl Kum çölleri oluşmuş. Bu süreçte bölge insanları mecburen göçmen olmuş. Bölgeden binlerce yıl sürecek göç başlamış. Sümer, Elam, Mısır, Anadolu ve Hindistan’a güneyden ,Ural’ı aşarak kuzeyden de Avrupa’ya göç sürmüş gitmiştir.Türkler göçer değil, göçmendir.Elamlıların, Sümerlerin Türk kökenli olduğu Rus ve Avrupalı bilim adamlarınca öne sürülmektedir. Göçmenler gittikleri yerlere gelişmiş tarım ve maden işleme tekniklerini götürmüşlerdir.
Avrupa’ya dönersek aydınlanma dönemine kadar Avrupalılar Turan/Türk soyundan olduklarını kabul ediyorlardı. Etrüsklerin Türk kökenli olduğu bilim çevrelerinde neredeyse istisnasız kabul görmektedir. Avrupalıların Turan/Türk atalarından kurtuluşu aydınlanma çağıyla başlar. Osmanlı İmparatorluğu 2. Viyana kuşatmasından sonra(1686) yenilgi dönemine girmiştir. Avrupalı filozoflar kendilerine ata olarak Antik Yunan’ı seçerler. Ancak Antik Yunan’ın yazısı Fenike kökenliydi. Orta Asya, Mısır, Çin medeniyetleri karşısında Antik Yunan medeniyeti çok sönük kalıyordu. Sonunda Hindistan’a kadar uzandılar ve oradan gelen “Arien” halkların Avrupa’ya göç etmesiyle Avrupa medeniyetinin oluştuğunu keşfettiler. Halkları sınıflandırdılar. Kendilerini de Hint-Avrupalı sınıflandırmasına soktular. Ne diyelim kendi seçimleri. Oysa 1750 li yıllarda İsveç tarihini kurucusu Legerbring, İsveç dilindeki Türkçe isimlerden yola çıkarak atalarının Türkler olduğunu öne sürmüştü. Aydınlanmacıların öne sürdüğü tezler başlangıçta pek etkili olmadı. Emperyalizm olgusu ortaya çıkınca durum değişti. Lagerbring (1707-1787) Oden’in Türk ülkesinden (Turkland) geldiğini ve bir Türk soylusu olduğunu Lund Rektörü sıfatıyla İsveç bakanlık müsteşarlığına yazar. Yazdığı bu mektup saray saymanlığı tarafından kitap olarak basılır Lagerbring yalnız İskandinavya dillerinin değil Almanca, Fransızca ve İngilizcenin de Türkçe ile akraba olduğu görüşünü savunmuştur. Lagenbring sadece İsveç’in değil Avrupa’daki krallık hanedanlarının çoğunun Oden’in soyundan geldiğini öne sürer.
Emperyalist İngiltere’nin Liberal Parti lideri Gladstone 1876 da “ Türk ırkını Avrupa’dan kovup Asya’ya süreceğiz” diyordu. İngiltere ve benzeri emperyalist ülkelerin aydınları da yöneticilerine uydu. Antik Yunan/Grek kültürü öne çıkarıldı. Olmayan Aryan ırkın izleri Tibet’te arandı. Tabii ki bulunamadı. Ama bu olmayan saf Ari ırkı koruma safsatası 20. Asrın ortalarında Hitler gibi ırkçı, faşist liderlerin dünyayı kana bulamasına yol açtı. Emperyalistler ırkçılıklarına, işgalciliklerine kılıf bulmak için gerek kendi halklarına, gerek işgal ettikleri ülke halklarına kendilerini medeni, insancıl olarak tanıttılar. Hümanizm sözcüğü dillerinden hiç düşmedi. Barbarlara medeniyet götürüyorlardı. Kültürsüz, yazısız barbarların tek seçeneği olabilirdi; o da emperyalistlere köle olmak, onlar için ölünceye kadar çalışmak. Bunun için de Osmanlı, Çin, Fas, İran gibi köklü devletlerin yıkılması gerekiyordu.
Avrupalıların bir kısmı atalarımızı bulduk dedi ama tarih tarihçiliğini yaptı. Yeşim taşı ortaya çıktı. Yeşim (Ya de) taşını Türklerin dini amaçla kullandıklarını söylemiştik. Türk yurdundan bulunan bu taştan her yıl yüzlerce araba Çin’e ihraç ediliyordu.
            Orta Asya’yı, Türkistan’ı terketmek durumunda kalan boylar, aileler bu taşlardan yapılmış aletleri yanlarında götürdüler. SadeceYeşim taşını değil, Dolmen ve taş anıt dikme âdetini de götürdüler. Avrupa’da Layard, Rawlinson, Layard’ın İskoç danışmanı Fergusson gibi bilgin diplomatlar 1800-1880 yılları arasında yaptıkları arkeolojik çalışmalarda Asur, Babil, Sümer gibi eski uygarlıkların kalıntılarını ortaya çıkarmış ve bu uygarlıklarda Asya kökenli, Turani toplulukların yapıcı etkisi bulunduğunu kanıtlarıyla duyurmuşlardır. Yaşamının büyük bir bölümünü adadığı Eski Çağlar mimarisi çalışmalarının sonunda Fergusson; 600 yıl önce Avrupa’da Aryanların değil Asya kökenli “Turanlı”ların egemen olduklarını gözler önüne sermiştir. Fergusson’a bu çalışmalarından dolayı “İngiltere Kraliyet Mimarlar Enstitüsü” ödül vermiştir. Fergusson dünyanın dört bir yanındaki taş anıtları incelemiş; taş yapıların, anıtların ve dolmenlerin kurulduğu yerlerin Türkçe konuşan Turan kökenli halklar tarafından yapıldığını, yer adlarının sonu “ak” sesiyle biten Türkçe sözcükler olduğunu kanıtlamıştır. M.Betrand 1864 ‘de Fransa’nın 31 yöresinde saptadığı 2225 dolmenin 517 ‘sinin adlarının “ak” ile bittiğini tespit etmiştir. İskoç bilgin yaptığı bir araştırmada İskoçyalıların 6 Nisan 1320 de papaya gönderdikleri bir yazıda kendilerinin Asyalı İskitlerin oyundan geldiklerini, ”iskoç” (scoth) sözcüğünün “İskitéin (scyth) özgün biçiminden başka bir şey olmadığını resmen bildirerek kilise kayıtlarına geçirtmişlerdi. Komşuları İrlandalılar da kökenlerinin Turanlı olduğunu belirterek öğünürlerdi.
Yeşim taşına gelirsek, Avrupa’nın her neresinde, yapımı 6000 yıl öncesine dayanan taş anıt ya da mezar bulunmuşsa; orada Orta Asya Türklerinin eski çağlarda “ Ya de” taşı dedikleri  ve bütün Avrupa dillerinde “ Ja de” (okunuşu) olarak adlandırılan Farsların “yeşm”, bizim ise Yeşim Taşı dediğimiz sert taştan yapılmış baltalar ve turkuvaz taşından gerdanlıklar çıkarılmıştır. Truva’da bulunan kazılarda Yeşim Taşı bulunmuştur. Arkeologların bulduğu ya de taşından balta taşları ve gerdanlıklar Asya kökenliydi. Bu tezin aksini savunanlar taşların Hindistan’dan geldiğini iddia ederler. Bu taşı işleyecek elmas M.Ö.500 yıllarına aittir, Truva’da bulunanlar ise M.Ö. 1300 yıllarına aitti. Avrupalı bazı bilginler Avrupa’da ya de taşı aramışlar sadece Kuzey İtalya’da rastladıkları Ya de benzeri bir metreküplük taş dışında bulamamışlardır.
Dünyanın en sert taşı olan elmasın sertlik derecesi 10, Yeşim Taşının ise 7 dir. Bu taş ancak kendinden daha sert olan elmas, safir, zircon, yakut gibi taşlarla işlenebiliyordu. Bu taşı işleyen Turanlı ustalar mineraloji konusunda büyük bir bilgiye sahiptiler. Dağlarda buldukları damarlardan dev ateşler yakarak yumuşattıkları tonlarca ağırlıkta ya de bloklarını dövüp kuma dönüştürdükleri elmas, safir, zircon ve yakut tozlarını ıslak derilere yedirip kurutarak elde ettikleri zımparalarla binlerce yıldır kullandıkları kendi yaratıları olan özel tornalarda traşlayarak biçimlendiriyorlardı. Avrupa’da bulunan Yeşim Taşları Türkistan’ın Hotan, Yarkent, Lolan, Miran dolaylarında çıkarılıyordu. Avrupa’da bulunan ya de baltaların ağızları keskin değildir, çünkü bu baltalar dinsel törenlerde kullanılıyordu.
Tarihte ipek yolu olarak bilinen yol ya de taşının da yoluydu. İpek yüklü kervanlar yollarına devam ederken bir kısmı yükünü Türk Yurdunda bırakır, Yeşim Taşı yüklenip dönerlerdi. Çin Seddi’nin en batısında Türklerle ticarete ayrılmış kapıya Çinlilerin ya de kapısı adını verdikleri kayıtlarda yer almaktadır. Tarihin izleri politik bilginlerce gizlenmek istense de bir şekilde ortaya çıkıyor. Anadolu’da yapılan araştırmalarda Orta Asya’da görülen kaya resimleri ve balballar bulunmuştur. Anlaşılan Atatürk Türk Dil ve Tarih kurumlarını boşuna kurmamış. Vefatından sonra ülkemiz her alanda olduğu gibi tarihçiliğimiz de batının etkisi altına girmiş. TTK ve TDK devlet dairesine dönüşmüş. Birçok tarihçimiz Turan tezlerine batılı tarihçiler katılmıyor diye itibar etmiyor. Bu alanda da güneş “Batıdan doğuyor”. Sanırım Avrupalı tarihçiler köklerimiz “Turani” dediklerinde bir kısım tarihçimiz itiraz edip aksini ispatlamaya çalışacaklar diyelim, yazımızı bitirelim.

YARARLANILAN KAYNAKLAR:
1- Avrupa’lıların Ataları Türk’tür                     Cengiz Özakıncı           İstanbul
2- İsveççe’nin Türkçe İle Benzerliği-İsveçlilerin Türk Ataları    Pr. Sven Lagerbring 2010
3- Anadolu Arkeolojisi                                                Pr. Veli Sevin  İstanbul 2002
4- Büyük Türk Part Devleti                                         Beg murat Gerey          İstanbul 2009
5- Doğu’nun Prehistoryası                               V. Gordon Childe        Ankara 2010
6-- İran Türklerinin Eski Tarihi             Pr.Dr.Muhammed.Taki Zehtabi           (Kireşçi)İstanbul
7- Iraklılar Yazılımı                              Kazım Mişan                           Bursa 2007
8- Türklerin Kaybolan Ataları              Kazım Mişan               Bursa 2011 

BOĞANIN BOYNUZLARI- 2, SÜMERLER - “TARİH TÜRKLERLE BAŞLAR”

BOĞANIN BOYNUZLARI- 2, SÜMERLER “TARİH TÜRKLERLE BAŞLAR”
Ekrem PEKER
İngiliz Arkeoloji Enstitüsü profesörlerinden Harriet Crawford’un Sümer ve Sümerler üzerine yazdığı bir kitabı okudum. Yazar Sümerlerin Türk kökeni ve Batı Türkistan, bugünkü Türkmenistan bağlantısına hafifçe değinip, daha çok Sus-Elam uygarlığıyla bağlantı kurmaya çalışmış. Oysa kitabının bazı bölümlerinde yazdıklarının bir kısmı kendisini yalanlıyor, savunduğu tezini çürütüyor.
            Aynı anlayışı Hititler üzerine kitap yazmış bulunan İngiliz arkeoloji enstitüsünde  görevli araştırmacılar görmüştüm. Batılı tarihçilerinden J.G.Macquen’in Hititler ve Hititler çağında adli eserinde kendi ırklarını, medeniyetini İran’a bağlama çabası, üstün ırk safsatalarıyla Hitler’i Almanya’da iktidara getirmişti ve Hitlerde Ani ırkı dünyaya hâkim kılmak için tarihin en kanlı savaşını başlatmıştır.
            İsveç tarihinin kurucusu kabul edilen, Pr. Sven Lagerbringin ‘’İsveçlilerin ataları Türktür. Avrupa’da birçok krallıklar (Norveç, Danimarka, Saksonya, Westfalen, Fransa ve İngiliz) Odin’in çocukları soyundan gelmektedir’’ Sözleri unutulmak istenmiştir. Oysa bugün Türkler’in, Kafkas kökenli Halkların izlerine İngiltere’de, İspanya’da, Cezayir’de rastlamak mümkündür. Bask halkının Kafkas kökeni tarihçiler arasında tartışılmaz bir gerçek haline gelmiştir.
            Lagerbring eski İsveççe, Almanca, Danca dillerinin temelini Tirkrar(Türkler)’ların konuştuğu dilin oluşturduğunu iddia eder. Odin bölgeye büyük ihtimalle İsa’dan önce gelmiştir.
           Sarı denizden Macar ovalarına  kadar uzanan bölgedeki Türk varlığı nedense görülmek istenmez. Proto-Türk veya ilkçağ Türklerinden geriye Balkan gibi isimlerin kalmasını, İsveç Sagaları ve Almanların meşhur destanı Nibulungen’in bazı bölümlerinde Türk isimlerinin  isminin geçmesini nasıl açıklayacağız?
          Ünlü tarihçi L.Gumilev bunu şöyle açıklıyor,’’Dünya tarihi içinde, kadim Türk halklarının ve kurdukları devletlerin tarihi incelendiğinde şöyle bir soru sormak lazım gelmektedir: Türkler neden ortaya çıktılar ve neden katiyen torunları olmayan müteakip birçok millete kendi isimlerini bırakarak tarihten silmediler? Çünkü Kadim Türkler insanlık tarihinde geniş bir yer tutmalarına rağmen nüfusça azaldılar?’’
           İngiliz Profesör Sümer bölgesinde bulunan bir kısım eşya’nın Anva/Anev de bulunduğunu yazıyor. Tarihçiler Sümerlerin bu bölgeden geldiğini söylüyorlar. Bu bölgede Anev ve Afganistan’ın Badakşan bölgesinde bulunan Lacivert Taşı getirtip heykel ve varlıklı insanların kullandığı mühürlerin yapımında kullanmışlar.
            Metal eşya ve bronz yapımında kullanılan bakırı getirmek için Umman ve Bahreyn’de ticaret kolonileri kuran Sümerler İndus vadisindeki Harappa ve Mohengodero medeniyetini kuranlarla ticaret ilişkilerini sürdürmüşlerdir.
          Sümerlerin yaptığı Zigguratlar bugün Türkmenistan’daki Altın Tepe ve Afganistan’daki Murgidak bölgesinde bulunan bazı yapılarla benzerlik göstermektedir. Bu örnek iki bölge arasındaki ilişkiyi göstermektedir. Sümer mühürlerdeki oba resimleri de bu konuda başka bir örnektir.
        Sümerler yukarı Mezopotamya ve Anadolu içlerine kadar ilerleyip bu bölgelerde küçük yerleşim yerleri kurmuşlardır. Asur bölgesinde kazı yapan ünlü arkeolog Henry Lazard kazı anılarını anlattığı ‘’Ninova’’ adlı eserinde bölgede bulunan piramitlerden bahseder. Bu yapılar Mısır piramitlerinin atası olabilir. Sümerlerin bölgeye M.Ö.4bin yıllarında  geldiğini unutmayalım. Ziggurat yapımı bütün bölgeyi sarmıştır. Ünlü tarihçi Heredot Babil’deki Zigguratın kendi döneminde mevcut olduğunu söylüyor.
           Tarihi bugünkü coğrafyaya göre yorumluyoruz. Bugün merkezi Asya’da yan Türkistan’da bulunan Gobi ve Taklamakan bölgesinde Kazan şehrine kadar uzanan büyük bir deniz yer alıyordu Bu denizin çevresinde büyük bir uygarlık vardı. İklimsel değişiklikler bu denizi zaman içinde kuruttu. Bugün buna örnek Marmara denizinin birkaç katı büyüklükteki Aral gölünün/denizinin kurumasıdır. Karadeniz’in bugünkünden küçük bir göl olduğu çevresinde bulunan şehir kalıntılarından anlaşılmaktadır. Bugünkü Marmara denizi de bir göldü. Prens adaları bu gölün etrafındaki tepelerdi. Pendik açıklarında denizin altı-yedi metre derinliğinde  yerleşim yeri kalıntıları bulunmuştur.(NTV Tarih Eylül 2012 Sayısı) Tarihi iklim değişikliklerinin nice medeniyet yıktığını, medeniyetleri kuran halkları dağıtıp yok ettiğini tarih kaydeder. Buna örnek olarak Türkistan, Yemen, Habeşistan’da yaşayanları ve geride bıraktıkları muhteşem yapıların yanında Mısır Erken Mayaları gösterebiliriz. İklim, coğrafya, ticaret yolları, nüfus ve bilgi birikiminin medeniyetlerin oluşmasında  çok önemli rolü vardı.
           Değerli tarihçimiz Kazım Mişan’ın yazılarında belirttiği gibi Türkler göçebe değil, göçmendir. Kuraklığın Afrika ülkelerinde bugün ne gibi toplumsal sonuçlara yol açtığını görüyoruz. Oğuzlarda suya giren öldürülürdü. Türk toplumlarında sulak bölgelere kudsiyet atfedilmesinde yaşanmış kuraklığın büyük etkisi vardır. Fergana vadisinin Oş bölgesinde böyle bir alan Şah-ı Merdan adıyla günümüze kadar gelmiştir.
          İbn-i Fadlan’ın oğuzlarla ilgili yazdığı ‘’yıkanma adetleri yoktur, suyu kirletenleri öldürürler.’’sözleri bize korkunç bir kuraklık ve çölleşme neticesinde yaşanan faciaların toplum belleğinde nasıl bir yer ettiğini, nasıl genlere işlediğini göstermektedir.
          Büyük bir medeniyetin ardılı olan Sümerler maden taş, orman yönünden fakir ve bataklık olan bu bölgede büyük bir medeniyet kurmuşlardır. Yeni kentler kurulmuş, bataklıklar kurutulup yeni sulama kanalları açılmış, ticaret yolları geliştirilmiş, koloniler kurulmuştur.
         Sümerler tekerleği buldular. Hızlı tekerleği, çömlekçi tekerleğini bularak çanak-çömlek yapımını hızlandırdılar. Saban ve gemilerde çapa kullandılar. İlk birayı yaptılar, toprak tuzlanınca tuzu da yanıklı bitki ziraati yaptılar. Matematik ve Edebiyat ta önderlik ettiler. Kullandıkları lisan diplomatik dil olarak binlerce yıl kullanıldı. Ticaretin gelişmesi bazı yenilikleri getirdi. Önce eski yazılarının üzerine oluşturdukları çivi yazısı geliştirildi. M.Ö. 4bin yıllarında kullanılmaya başlanılan çivi yazısı M.S.  1.yy a kadar (kimi tarihçilere göre daha sonraki yüzyıllarda)kullanıldı. Sümer yazısı günümüz alfabelerinin atası sayılan Fenike alfabesine ışık tuttu
         Sümerler edebiyatlarını yazıya geçiren ilk halktır. Edebiyatlarının dışında devletin, tüccarların, tapınakların tüm kayıtları, ders kitapları, yazışmaları, sözleşmeleri yazıya geçirilmiştir. Sümer arşivleri tarihe ışık tutmaktır. Sümerlerin gelişmiş bir kültürel yaşamına sahip olduğunu bıraktıkları tabletlerden anlıyoruz. Hazırladıkları sözlükte 800 değişik yiyecek-içecek ve bunlardan yapılan yemek tarifleri vardır. Bu tariflere göre Sümerler de 20 çeşit peynir,100 çeşit çorba ve 300 çeşit ekmek olduğunu öğreniyoruz. Başlıca yiyeceklerinin et, tatlı ve tuzlu su balıkları, sebzeler (soğan, sarımsak, pırasa, marul, salatalık), arpa, bakliyat (mercimek, nohut, fasulye), meyveler (elma, armut, üzüm, nar, fıstık) olduğunu, nane-tere-kimyon gibi baharatlar yaptıklarını öğreniyoruz. Arpadan bira,  hurmadan şarap yapmışlar. İçini oydukları sazları kamış yaparak küplere koydukları süt, bira ve şarapları ortak içebilmişlerdir. İ.Ö. 2700 yıllarına ait Sümer kral mezarlarında kullandıkları arp, lir, ut gibi müzik aletlerinin tahta bölümleri bulunmuştur.
           Sümer kültürel yaşamında bugün olduğu gibi üfürükçülük, büyücülük yapan kadınların olduğunu anlıyoruz. M.Ö.2100 yılların da Sümer-Lagaş kralı Gudea sihir ve büyü yapan kadınları şehirden sürmüştür. Babilliler Sümer bölgesini ele geçirince büyücülük yapan kadınları Babil şehrine toplamışlar, insanların önemli buldukları her konuda büyücülere danışmaları adetmiş. Babilli büyücülerin ününü duyan Hititler elçi gönderip Babil devletinden büyücü istemişler.
         Sümerler eğitime önem vermişlerdir. Matematik ve geometri konularını da içeren iki ders kitabının tabletleri bulunmuştur. Ticaret hayatı ve bürokrasinin gelişmesi bugün kullandığımız imzanın yerine kullanılan   mühürü icat ettiler. Mühür ticari anlaşmaların yanı sıra, devletlerin anlaşmalarında da imza yerine kullanılıyordu. Mühür, kimlik gibiydi. Nasıl bugün kimliğimiz kaybolunca ilan veriyoruz, Sümerler de kim mührünü kaybederse duyurmak zorundaydı, yoksa cezası ağırdı.
         Sümerlerin Türk kökenli oluşlarında bir örnek olarak ölü gömme adetlerini gösterebiliriz. Sümer Kralları da Türk Hakanlarında olduğu gibi  mezara eşleri, hizmetçileri ve eşyalarıyla gömülmüşlerdir. Sümerlerde Türkler de olduğu gibi tek eşlilik vardı. Eşler arasında evlilik sözleşmesi yapılırdı.                                                
          M.Ö. 2000-3500 yılları arasında yakın Doğu’nun basat kültürünü Sümerler temsil etmiştir. Sadece bölge halkını değil Akdeniz bölgesini, Mısır’ı, Anadolu’yu etkilemişlerdir. Ortaçağın Latincesi gibi Sümer dili bölgenin politik, ekonomik ve kültür dili olmuştur.
          Sümer tanrı ve tanrıçaları isimleri değişerek bölge halklarının tanrı ve tanrıçaları olmuştur. İlk yaradılış efsanesi Sümerlere aittir. Yaratılış ve Gılgamış destanları Hint ve Avestalarından da daha eskidir. İlyada ve diğer destanlar Sümer destanlarına göre çok gençtir. Üstelik yazıya geçirildiği için orijinal hallerini muhafaza etmişlerdir. Sümer efsanelerinde yer alan canavar figürlerini Grek efsanelerinde görmekteyiz.
           Sümer bölgesini işgal eden Akatlar onların dilini ve yazısını alıp tarihin ilk sözlüğünü (Akatca/Sümerce) yapmışlardır. Sümerlerin astronomi bilgileri çok gelişmiştir. Yıldız adları Sümerlerden gelmektedir. Gök bilimi astronominin kurucusunun Sümerler olduğunu söyleyebiliriz.
           İlk kubbenin Sümerliler tarafından yapıldığı bilinmektedir. Sümerlerin yaşadıkları bölgede olmayan taş ve maden işlemesi konusunda ve kuyumculuktaki ustalıkları, onların taşı ve madeni bol olan bir bölgeden geldiklerinin bir kanıtıdır. Kanal açmak ve kanal sistemini yürütmek gelişmiş bir mühendislik bilgisi olduğunu göstermektedir. Sümerler kerpiç ve tuğla kullandıkları yapılarda yalıtım malzemesi olarak asfaltı da kullanmışlardır.
         Sümerler tarihin bilinen ilk kanun devletidir. Sümer kanunları İ.Ö.2050 yılına tarihlenmektedir ve bilinen Hammurabi Kanunlarından çok eskidir. İşçiler onluk ve yüzlük gruplara ayrılıp, birer yıllık mukavele yapılırdı. Çalışanların ayda üçgen izin hakkı vardı. Yerli halktan birinin köleliği üç yılı geçemezdi.
        Artan Sami göçü ve yanı sıra Sümer devletinin şehir/site devletlerine bölünmesi Sümerleri zayıflayıp Sami halkları içinde yok olmalarını getirdi. Kendileri ortadan kalkıp unutuldu ama bölgedeki etkisi iki bin yıl sürdü. 19.yüzyılın ortalarında bölgeye gelip kazılar yapan arkeologlar buldukları karşısında büyük bir şaşkınlık geçirdiler. Rüzgâr erozyonunun yerleşim yerlerini yıkması, eski Sümer şehirlerinin üzerine kentler kurulması, tarım alanlarına veya batak dönüşmesi, kullanılan araç ve gereçlerin çürümesine rağmen bulunan çivi yazılarının çözülüp, Gılgamış ve Tufan destanlarının okunmasıyla sadece Ortadoğu tarihi değil, bilinen tarih değişti. Samuel Noah’ın dediği şu sözler tarih bilimine geçti ;’’ TARİH SÜMERLE BAŞLAR.’’ Bugün üniversitelerimizin Sümeroloji bölümleri sönmüştür. Eski Türkler kimdir diye sorsanız size yalın kılıç ülkeleri dağıtan insanlar imajını çizeriz. Oysa böyle bir medeniyeti belirli bir bilgi birikimine sahip olmayan toplumlar kuramaz.
          Sümerce üzerine araştırma yapan Hinks, British Association’da 1850 yılında verdiği konferansta çivi yazısını Akatlıların icat etmediğini, çünkü bu yazının Sami dilinin bünyesine hiç uymadığını, eğer bu dili Samiler icat etselerdi kendi dillerine uygun yapmış olmaları gerektiğini söylemiştir. Hinks, çivi yazısını Babil de Samilerden önce yaşamış Sami olmayan bir halk tarafından icat edilmiş olduğunu öne sürmüştür. Bu halkın Babillerden önce bölgeye gelip yerleştiklerini anlatmıştır. Sümer dilini ilk keşfeden Rawlinsondur. Rawlinson bu dilin zamir bakımından Moğolcaya, Mançu diline yakın olduğunu, fakat kelime bakımından hiç benzerlik bulunmadığını söylemiştir.
         Sümer dilinde Türk dilinde olduğu gibi kelimeler kök halindedir. Onlara ekler yapılarak yeni kelimeler oluşturuluyor. Sümer dili de Türk dilinde olduğu gibi fiil bakımından çok zengin, ses uyumu var. Erkek, dişi ayrımı yok. Türkçe de olduğu gibi kısa anlatımla geniş anlam veriyor.
       Bu konuda çalışmalar yapan Azeri Profesör Atakişi Celiloğlu Kasım, Sümerceyi incelemiş çalışmalarını ‘’Sümerce kesim olarak Türk dilidir’’ adlı kitapta toplamıştır.
       Sümerceyi inceleyen İranlı araştırmacı R.Heyavi ilk incelediği 161 sözcüğün 35’inin Türkçe kökene bağlamıştır. Prof. Osman Nedim Tuna Sümercede yer alan 165  kelimeyi Türkçe kelimelerle eşleştirmiştir. Türkmen araştırmacı Begmurad Gerey Sümerce 295 kelimeyi Türkçe kelimeyle eşleştirmiş ve bu konuda bir kitap yazmıştır. Ünlü dil bilimci M.Swadesha bilgisayar analiziyle yaptığı analiz sonucu şu sonuca varmıştır:’’Eğer iki ayrı dilde fonetik ve anlam bakımından benzeyen kelimeler 100’den fazlaysa, bunların bağımsız olma ihtimali birkaç milyonda birdir.
      Araştırmacı Jule Oppent Sami olmayan bu dilin Sümerce olması gerektiğini ileri sürmüştür.1874’de araştırmacı Françon Leonorman Sümer dilini Ural-Altay dil grubuna koydu. Sümerolog B.Lands Berger ‘’Sümer dili, hem dil bakımından, hem de bütün Asya boyunca dağlık bölgelerde konuşulan dil bakımından önemlidir. Bu türden olup bugün hala yaşayan dil Türk dilidir.’’Oppert’e göre Sümer dili Türk, Fin ve Macar dillerine akrabaydı. Sümerlerin aynı çağda yaşamış medeniyetlerden farklı olarak çivi yazısıyla yazdıkları kayıtları bırakmışlardır. Lagaş kentine ait kazılarda 40.000 tablet, Wippur’da ki kazılarda 30.000 tablet bulunmuştur. Bu tabletlerde Sümerlerin gündelik yaşamlarına ait bilgiler, tarihleri, edebiyatları, ilahiler ve destanları yazılıydı.
       Lagaştaki tabletler M.Ö. 2500 yıllarında başlarken, Tufandan sonra kurulmuş Kiş şehrindeki tabletlerin başlangıç tarihi M.Ö. 2800 dür. Sümerler tabletlere Tufandan önce beş şehirlerinin olduğunu yazmışlardır. Erida, Badtibıra, Larak, Sipper, Şıruppak yakınlarında bulunan Al-Ubaid adlı küçük bir höyükte en eski Ziggurat kalıntısı, heykeller ve dinsel törenlerini gösteren mermer vazolar bulunmuştur. Burada bulunan eserler M.Ö. 3300 yılına tarihlenmiştir.
       Sümerlerin en ünlü kenti, İbrahim Peygamberin kenti Ur’da kral mezarları bulunmuştur. Al-Ubaid’de yapılan Kazılarda alt katmanlarda tablet bulunamamıştır. M.Ö 5900 yıllarına tarihlenen farklı kültürlere ait kap-kacak bulunmuştur. M.Ö.2400 yıllarına ait tabletlerde Türkçe adlar bulunmuştur. Bunlar bölgeyi istila eden Gut/Guti/Kut krallarının adlarıydı.
   Sümer medeniyetini yaratan halklarla Mısır Medeniyetini de kurduğunu söyleyebiliriz. İlk çağ Mısır tanrıları Sümer Tanrılarıyla aynıdır. Sümerlerdeki Anu, Mısır’da Anubis olmuştur. Sümer Mitolojisi’ndeki tanrılar, inanışlar, kavramlar önce Mısır’a, oradan Grek Mitolojisi’ne geçmiştir.
        Avrupalı Tarihçilerde sık görülen davranış Anadolu ve Mezopotamya’da yaşayan halkların incelerken, eğer söz konusu halk Turani veya Sami ırkından değilse hemen Hint-Avrupa grubuna sokmaktadırlar. Avrupalı Tarihçilerin Kafkasya konusunda ve orada yaşayan halklar konusunda bilgileri ve araştırmaları yok denecek seviyededir.
     Kafkas Tarihçilerinin son yıllarda yaptığı araştırmalar sonucu Sümer ve Babil krallarının bir kısmının isimlerinin eski Abaza-Apsuva dilinde olduklarını tespit etmişlerdir. Bu ve benzeri bazı benzerlikler Sümerlerin arasında Kafkas kökenli kabileler olduğunu göstermektedir. Tarih Boyunca Mısır ve Kafkasya arasında süren ilişkinin temelinde bu da olabilir. Mısır’a giden Sümerlilerle beraber giden halklar bu köprüyü kurmuş olabilir. Dileyenler bu konuda rahmetli B.Ömer Büyüka’nın “Hazreti İbrahim’le Awubla ve Kafkasyalılar” adlı kitabını okuyabilirler deyip, konuyu ayrı bir yazıya bırakarak devam edelim.
     Türklerle Sümerler arasındaki benzerlikler, Sümer destanlarının eski Türk destanlarına olan benzerliklerinde de görülmektedir. Sümer dilinden Latinceye, Gerekçeye çeşitli kelimelerin geçtiği araştırmacılarla tespit edilmiştir.
     Türk halklarının ağıt yakma, mersiye yazma geleneğine Sümerlerde de rastlamaktayız Madem tarihçilerin büyük bir bölümü tarihi Sümerlerle başlatıyor, ya öncesi? Öncesini aramak için yüzey araştırmaları yapmak, yazıtları incelemek, yazılı kayıtları araştırmak; bunun için enstitüler, vakıflar kurup araştırmacıları yıllarca desteklemek gerekmez mi? Ne dersiniz, kültürümüze nasıl girdiği belli olmayan bozkurt’u bırakıp Gök Bori’yi araştırmanın, onun izlerini aramanın zamanı gelmedi mi?
           KAYNAKÇA
1) Sümer ve Sümerler                              Harriet Crawford    Ankara 2010
2) Hititler ve Hititler döneminde Anadolu  G.Macquan            Ankara 2009
3) Ninova                                                   H.Lazard              İstanbul
4)İsveççenin Türkçe ile benzerlikleri   Sven Lagerbrıng         İstanbul  2010
5)İsveçlilerin Türk kökenleri üzerine    Abdullah Girgin          İstanbul   2011
6)Uygarlığın kökeni Sümerler                 M.İlmiye Çığ            İstanbul   2008
7)5 bin yıllık Sümer Türkmen bağları     Begmurad Garen     İstanbul
8)Sümer ve Türk dillerinin tarihle ilgisi         Osman Nedim Turan İstanbul
9) Doğunun Prehistoryası                    V.Golden Chılde   Ankara 2010
10)Sümerlerde Tufan, Tufanda Türkler    M.İlmiye Çığ       İstanbul 2011
11) Hazreti İbrahim’le Awubla ve Kafkasyalılar   B.Ömer Büyüka İstanbul Ekim 1975
12) Avrupa’lıların Ataları Türk’tür     Cengiz Özakıncı  İstanbul
13) Anadolu Arkeolojisi    Pr. Veli Sevin  İstanbul 2002
14) Büyük Türk Part Devleti Beg murat Gerey İstanbul 2009
15) İran Türklerinin Eski Tarihi Pr. Dr.Muhammed.Taki Zehtabi (Kireşçi)
16) Iraklılar Yazılımı                   Kazım Mişan Bursa 2007
17) Türklerin Kaybolan Ataları    Kazım Mişan  Bursa 2011